29 Ocak 2009

"ateşe giderken ne şahaneler"

sevmeyi, aşık olmayı, acı çekmeyi, birileri için bir şeyler için gözyaşı dökmeyi, içten gelen kahkahalar atmayı bilen birini hayal edelim. çok derinden bağlanıp. o bağlar koptuğunda derin yaralar alan, gidenin arkasından ya da arkada bıraktığı uğruna çok büyük bedeller ödeyendir bu kişi. sadece kendi gözünde biraz olsun temize çıkmak için çeker bunları hem de, belki de sadece geçmişte yaşanmış olanlar bunu hakettiği için...

bir dönemi kapatmak ve yenisine başlamak zordur onun için. zaman ve emek ister.

bu kişi eğer içinden dışa dönerse, kendine bakmayı sürdürürken bir yandan da başkalarına bakarsa utangaç gözlerle, görecektir baktığı gözlerdeki yaraları, umutları... sonra iyiden iyiye devam ederse bakmaya; bu sefer kimilerinin, kimileri dediğime bakmayın çok büyük bir bölümün, sadece yaşayabilmek için çabaladığını, yaralar aldığını görecektir. ve ne olursa olsun büyük balıklar tarafından yutuluşunu izleyecektir insanların.

"insan olmak..."

ve sırf yaşamayı bildiği için ve herkesin bunu hakettiğini tüm benliğiyle gördüğü için, insan olmak bunu gerektirdiği için daha iyi bir dünya hayaliyle kavrulmaya başlar... ve yaptıklarının nasıl sonuçlanacağını tam olarak bilmemesine rağmen ateş böcekleri gibi yanar yanar yanar... ölene kadar...

27 Ocak 2009

Tatil

tatil; uzak kaldığımız zaman büyük bir aşkla beklediğimiz...
her seferinde deneyimlesek de öyle olmadığını, tatili sorumluluklardan uzak günler topluluğu olarak görmekten vazgeçmiyoruz. hatta, kimi zaman, abartıp, kendi kabuğuna çekilmenin dertsizlikle dolu günler ve büyük bir iç huzur vereceğini hayal ediyoruz. mutluluk ve huzur denen kavramı o kadar büyütüyoruz ki; onu hep uzakta, gelecekte görüyoruz. bulamadıkça geçmişte kaçırılmış fırsatlara, yetişilememiş otobüslere bağlıyoruz eksikliğini. halbuki ne güzel demiş sunay akın;

"mutluluk sizi ileride bekleyen, çok büyük, zengin bir hazine değildir. mutluluk küçük küçük ayrıntıların bir araya gelmesiyle oluşur. yaşam böyle bir şey arkadaşlar. ama içinde bulunduğumuz sistem, hep insanların önüne; 'bir gün para çıkacak, bir gün iyi bir iş bulacağım.' gibi cümleler sürüyor. oooo hayır, şu anda gördüğünüz en küçük ayrıntı, bir güler yüz, yeni bir kitabın haberi ya da şu beton yığınları arasında gördüğünüz eski, güzel bir mimari, havanın güzel oluşu, .... bu küçük ayrıntıları bir arada arka arkaya yaşarsanız mutluluğu yakaladınız demektir. mutluluk çok yakınınızda olan bir şeydir. ileride olan bir şey değil, an be an yaşanılacak bir şeydir."* **

belki de mutluluğumuzun önündeki en büyük engel bizleriz. üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu...

* ada dergisi 26. sayı'dan
** bunu hiç yorulmadan mesaj olarak bizlere yollamaktan çekinmemiş fidan'ıma, bu yazıyı yazıyor olmamı sağladığı için teşekkürler.

14 Ocak 2009

Kanaviçe

"Bildiğim tek şey var; o acıdan, çeşit çeşit dikenler icat etti bu çocuk, boy boy... Kendi içine kıvrılmış içbükey bir kirpi gibi... Korktukça sapladı dikenleri kendine, bazen nefes bile alamadı acıdan, dünyanın renkleri silindi gözünde. En çok sevgisizlikten korktu, bir kenara atılmaktan... Buna dayanamazdı... Dayanamazdım. Galiba, bildiğim ne varsa beni sevmeleri için, kullandım. Ne acımasız çocukmuşum! Ben en çok kendimi acıttım, en çok kendi düşlerime eziyet ettim! Sevilmek imkansız bir masaldı! Bir türlü inanamadım sevilebileceğime... Şimdi aradan geçen bunca zamandan sonra yavaş yavaş, kelime kelime silmeye çalışıyorum o cümleleri. Avucumun içinde o çocuğun kalbi, usulca tek tek kaldırmaya çalışıyorum küçük kemikli parmaklarını acının. Dikenler kaybolmuyor, sadece küntleşiyor zamanla..."

Billur Akan Şentürk
Kül Öykü Gazetesi-Ocak 2009

11 Ocak 2009

Ölümü beklemek

balıklarına onlar arasında ilişkiler düşünecek, onları izleyerek hayatındakilerle bağlantılar kuracak ve kimi zaman ruh halini onlara göre belirleyecek kadar bağlı birini düşünün... o balıklardan birisi ölünce ve bu hayatında yeni kararlar aldığı bir güne denk gelince bunun için sayfalarca yazı yazabilir o biri. yaşayan balığa da daha deli bir biçimde bağlanır. ama çevremizdekilerle olan ilişkilerimizi düşünün aynen öyle işte. nasıl onlara yeri gelir kızar, günlerce yüzlerine bakmayız, yine de onlardan birinin canı yansa bizimki de bir o kadar sızlar ya da eninde sonunda döneriz yanlarına tilki ve kürkçü hesabıyla...

işte böyle zamanlarda, yani onlara kızıp uzak kaldığımızda, geriye dönünce bazen haklı ama beklemediğimiz bir tepkiyle karşılaşırız. belki tamiri mümkün olmayan ya da en azından iyileşmesi için çokça zamana ve emeğe ihtiyaç duyulan. bir balık, bunu fanusun dibinde hiç kıpırtısız durarak gösteriyormuş. onu iyileştirmek daha zor bir insana göre. işte bu yüzden balığın sahibi korkuyla bakıyor ona. balığın o durumu kaldıramayacağından ve ölümü bir kez daha o fanusun içinde göreceğinden emin neredeyse. ve bu yüzden sessiz bir özür diliyor ondan, vedadan önce yazılırsa daha anlamlı olur diyerek.

"bir japon balığına "osman" diyecek kadar deli dolu bir kız, izliyor onu. bu kez bir şeyleri gerçekten iyi yapabilmek için hiç olmadığı kadar çabalayarak hem de."

10 Ocak 2009

mesafelerin ne kadar acıtıcı olabileceğini görmek korkutuyordu gözlerini. birine tam da sarılman gereken anda, ondan bedenen ya da ruhen uzak olmak insanı korkunç kabuslara sürükleyen bir durumdu. tesadüflere dayanarak başlayanları, mesafelerin yıkması olasılığı zaman zaman dikiliyordu önüne.

güzel başlayan her şeyin gittikçe kötüleştiğini ve bir gün bittiğini, hayatının onca zamanında yaşadığından ve bunu pek çok kişiden daha duyduğundan ve en önemlisi okuduğundan beri ne yapacağını bilmez bir haldeydi. o zamana kadar yaşadıklarının hep tekrarlanacağına mı inandırmalıydı kendini yoksa hayatında güzel kalmış çok az şeyin belki de bitmeyip, onunla o nefes almayı sürdürdükçe yürüyeceğine mi inanmalıydı? ikinci seçenek güzel ve belki de sırf güzel olduğu için yani ona çok az kişi çok büyük zorluklarla sahip olduğu için inanılmaz geliyordu.

"masallara inanmaktan vazgeçtim." demişti. ama ne yazık! masallar ona inanmayı sürdürüyor ve peşini bırakmıyorlardı. çünkü dünyaya her an kırılmaya hazır olduğunu belli eden buğulu gözlerle bakıyordu. çünkü bir şeye üzüldü mü ellerinden başlayan bir titreme sarıyordu tüm vücudunu. çünkü ne kadar vazgeçse de birine bağlandı mı bunu hiç kopmayacakmış gibi yapmadan edemiyordu. zaten bunun için de pek çok yanıyordu canı. bunun için çok zor kapanıyordu yaraları.

insan için de bir son vardı elbet. adı ölüm olan. ve sevgi; sevilen gitsin diyelim, her şey bitsin hem de berbat bir şekilde mesela, umut tükensin ya da, devam ediyordu. ölüme kadar da devam edecekti belki de. işte o zaman yine bir tesadüf eseri kısa bir sohbette duydukları geldi aklına. sevgiyle yapılan şeyler kırıcı olmazdı. ve biten her şeye rağmen, geriye dönüp "evet iyiydi." diyebilmek ve o günleri, o günler gözüyle ve o zamanki sevgiyle değerlendirmek düşüncesi, biraz olsun sakinleştiriyordu onu...