25 Şubat 2009

Hasretinden Prangalar Eskittim

seni, anlatabilmek seni.
iyi çocuklara, kahramanlara.
seni anlatabilmek seni,
namussuza, halden bilmeze,
kahpe yalana.

ard- arda kaç zemheri,
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
bir ben uyumadım,
kaç leylim bahar,
hasretinden prangalar eskittim.
saçlarına kan gülleri takayım,
bir o yana
bir bu yana...

seni bağırabilsem seni,
dipsiz kuyulara,
akan yıldıza,
bir kibrit çöpüne varana,
okyanusun en ıssız dalgasına
düşmüş bir kibrit çöpüne.

yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
yitirmiş öpücükleri,
payı yok, apansız inen akşamlardan,
bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
seni anlatabilsem seni...
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini...

Ahmed Arif

** güzel, pek güzel...

18 Şubat 2009

içimizi dolduranları boşaltmalı!

vokta çay güzel şey...
bağımlısı olunabilir dikkatli olmalı...
hele buz gibi ankara günlerinde koşar adım okula çıkıldıysa ve derse o anki kafayla girilemeyecekse vazgeçilmeyecekmiş gibi geliyor daha ikinci günden.

dostların fazlaca kötü olma tarihleri neden hep aynı güne geliyor? kendinize üzülürken ona daha çok üzülür oluyorsunuz. ve o ruh hali ona yardımcı olamadığınızı düşündürtüyor...
yine de kimi zaman bir bakış yetiyor... başını omzuna dayamak... böyle böyle sevmiyor muyuz zaten birbirimizi gerçek anlamda?

özlem zor... çok zor...
az kaldı... az kalıyor her saniye...
ama zor...
hele kendiniz soğuktan kaçmak için kabanı ilikleyip, şu şalı nasıl bağlasam derken insanlar beraber ısınıyor...
kıskançlık kötü...
gerçekten kötü...
bir yandan da iyi belki, kim bilir...

16 Şubat 2009

batmak, çıkmak, batmak, çıkmak, bat, çık, bat, çık, ...

bu yazıyı; kendimle hesaplaşmak adına, artık buna gücüm olduğu, en önemlisi de daha dün sabaha kadar kötü olan şeyler bile şu an gözüme iyi gözüktüğü için; "ben" kelimesinden korkmadan, ikinci tekil ve çoğullardan arındırılmış cümleler kurarak tamamlayacağım. böyle cümleler kurabiliyor olmanın tadını, hayatı "ben" diye geçen biri pek anlamayacaktır muhakkak. pek tabi hepimiz kendimiz için çabalamaktayız, yine de bunun bir seviyesi var. ya da en azından böyle olmasını umuyorum. çünkü yaşadığım ya da çevremde yaşanan ve "olur mu böyle şey?" dediğim durumları hiç kimseye yaşatmak istemediğimi daha iyi idrak etmiş durumdayım geride bıraktığımız saatler itibariyle.

karmaşık cümlelerime bakarak hala sıkılmadıysanız sanırım biraz daha açık olmanın zamanı geldi. "dibe ne hızla batarsa bir kişi o hızla yukarı çıkarmış." diye bir cümle var, fazlaca ben ama en çok kendi gibi olan candan birinden sık sık duyduğum. eğer çok hızlı batmazsan ve yeteri kadar dibe inemezsen çıkış yavaş hem de pek yavaş... boğulmasan bile büyük etkileri var...
ve benden "içinden ne geliyorsa yap, ne düşünüyorsan söyle." gibi bir cümle geliyor. her zaman değil ama kimi zaman çok işe yarıyor kendisi...

hayatımın gereksiz, sebepsiz ve anlamsız bir kişiyle yaptığım belki de en saçma sapan konuşmasını ve devamındaki zaman dilimini kurtardı yukarıda yazılanlar... çünkü ilk başta duyduklarım ne kadar ağır gelse de sonrasında "evet, her şey bu kadarmış. ve bu nedenle üzülmeye bile değmez." cümlesini kurdurdu bana.

ve gerçekler asla saklanmamalıymış. saklanmış gerçeklerle çarpışmanın acısını yaşayınca anladım bunu. işte bu yüzden, biliyorum ki bir şeyler öğrendim, benden kalmış en ufak birşey vardıysa artık "hiç anlam ifade etmeyen", onları parçaladım...

ve yine sırf bu yüzden biliyorum ki "mutlu olmayı hakediyorsun." cümlesini içten kuracak üç dosta sahibim.

14 Şubat 2009

Yalancı Dünya!

"...
belki de onları avutmak üzere çocuklar için kurduğumuz 'yalancı dünya'nın çökmesinden korkuyoruzdur. evet, yanıtlarımız var! var da... onlar dile getirilince veya onlar daha dile getirilmeden, sorulara karşılık 'muktedirler' tarafından hep hazırda tutulan 'yanıtlar'dan ortalığın bulandığı bir 'yalancı dünya' daha var! bu 'yalancı dünya'da 'öteki' mutlaka 'teröristtir'; değilse bile 'yakını, yatakçısı, akrabasıdır'; yok edilmelidir; ölmüyorsa sürünmelidir; zaten 'medeniyet dışıdır', dünyada bir fazlalıktır!... onun için, bir çocuğu bile gözünü kırpmadan kurşun yağmuruna tutabilecek ve bunu gayet soğukkanlı bir kibirle karışık yalanlarla bulandıracak 'malzemesi' her an için mevcuttur.
..."

Aydın Afacan
Kül Öykü Gazetesi-Şubat 2009

10 Şubat 2009

Zaferler'im'iz

inat...
öfke...
suskunluk...
bencillik...
tepkisizlik...
unutmak...

canımız yandıkça kazandığımız hisler, öğrendiğimiz eylemler... sonrasında artık yandıkça değil "ya yanarsa" diye hep arkasına gizlendiklerimiz. en son evrede ise inadına ortaya koyduklarımız haline geliyorlar...

yıprandıkça öfkeleniyoruz, öfkelendikçe yıpratıyoruz, yıprattıkça yıpranıyoruz... bu durum öyle bir hale geliyor ki kim neyi ne için yaptığını bilmeden, sadece can yakıyor...

başkasını acıtmaya çalıştıkça kendine çarptığını göremiyor insan. kendi duvarlarına çarptıkça suskunluğa gömülüyor. bekliyor bunu birilerinin farketmesini, gözlerindeki hüznün anlaşılmasını ama nafile... korku, bakışlarımızı aynadaki aksimize sabitliyor... "ben" kelimesine öyle mahkum ediyoruz ki kendimizi 'ben'cilliğimizin boyutlarını farkedemiyoruz bile.

süreç işlemeye devam ediyor, ilaç olduğuna inandığımız zaman geçip gidiyor ve sırf içimiz yanmasın diye kendimizi uzaklaştırıyoruz; sevmekten, değer vermekten... gördüklerimize sadece bakmakla yetiniyor aslında onları hiç görmüyor ve tepkisizleşiyoruz.

ve devam ediyor zaman akmaya. her bir tuşa basmamız sırasında geçip gittiği gibi...

ve unutuyoruz yaşadıklarımızı; kötü günleri unutmak için iyileri de feda ediyoruz.

ve unutuyoruz öncesinde kim olduğumuzu... "sadece yaşıyor olmanın" bize neler kaybettirdiğini unutuyoruz... başlarda çok koyuyor unutuyor olmak... ve an geliyor bunu da unutuyoruz...

kendimizi korumak için kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz...

tebrikler elinizde büyük bir zafer var: bedeli çok ağır olan içi boş bir zafer. kendi içine sönecek olan...

1 Şubat 2009

Don Kişot

Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı.
Bilirim,
hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni bir temiz pataklayacaklar.
Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...

1947
Nazım Hikmet Ran