27 Mayıs 2009

deneysel bir çaba! 1

dil ve anlatım dersi sayesinde aslında öğrenmediğim ama testte okuduğum bilgiler ışında bir araştırma yapmaya karar verdim ve ilk adımı attım. ilerleme kaydettikçe bu sayfada sizlerle paylaşacağım.

-öncelikli olarak bir grup insana şu soruyu yönelttim:
her gün 7 km\saat hızla 30-40 dakika yürüyüp üzerine de 5-10 dakika hoplayıp zıplayarak haftada kaç kilo verilir?
(sorumun altına kişilerin cevaplarının bir araştırmada kullanılacağını da ekledim.)

bu soruyu sormaktaki amacım, kilo aldım diye kafayı yiyen birinin çaresizliğini bireylere hissettirmek ve yönelttiğim soruyla ilgili bilgilerini saptamaktı. soruyu sorduğum 7 kişiden 4 cevap vermezken kalanlardan şu cevapları aldım;

1- yanında diyette yapmak lazım yoksa bir sikime yaramaz.
2- 1 ya da 2 verirsin herhalde.
3- 2 verirsin.
(soruyu cevaplayanların isimlerini doğabilecek rahatsızlıklar için dile getirmiyorum.)

-bu soru cevap trafiği arasında bir yandan da 7.2 km\saat hızla başlayan ve 8 km\saatle sona eren 40 dakikalık bir yürüyüş yapmaktaydım. bantla yürümenin verdiği
"yürüyorum yürüyorum ilerleyemiyorum!!" ve "saniyeleri teker teker sayıyorum lan!" durumlarını dibine kadar yaşadım.

çalışmanın ikinci (-) ile belirttiğim kısmı tam bir hafta boyunca devam edecek. haftanın sonunda ise gelmiş olanlar cevaplar ve verileri karşılaştıracağız.

birinci bölüm ve ilk gün böylece tamamlanmış oldu. ilerleyen adımlarda tekrar görüşmek üzere...

gündüz yarasaları

i.

neyiz ki biz?
ilk ışınları görününce güneşin,
kaparız tepenin gözkapaklarını--
çam değiliz ki, kollarımız açık
ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
tanımayız alacakaranlığı delen,
tepelerin arasından seçen bakışı.--
kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.

ii.

geceyi düşleriz gündüzken,
geceyken de gündüzü--
yitirebileceklerimiz yitiktir
onlardan uzaktayken -- ama
özleriz, döneriz yeniden
yitirmeden
yitirebileceklerimizi
yitiremediklerimize.
yitirebilirdik, deriz;
ama yalnızca bir fiil çekimi bu--
tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
gündüz yarasalarıyız biz.

iii.

sağlamdır düşünce temellerimiz,
ama altlarında kist vardır, sonra kum--
dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
taştan duvarlarımızla, dimdik
ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
kaydırır temellerimizi hemen.
duyarız yerçekimini hemen,
titreriz. sımsıkı, gergin
bağlar vardır
düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
ya temelsizse temeli
bütün bu bağları
bağlayan
bağın?
bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
gündüz yarasalarıyız biz.

iv.

yapacaklarımız vardır kocaman,
kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
tutmadığımız bir eldedir aklımız,
bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen--
nedir ki acelemiz, niyedir ki?
camın boşluğunu arayan kocaman
pervaneler gibi, kanat çırpan
ışığa ulaşmak için
çırpınan, camı kıracakmış gibi--
düşmanımızdır oysa ışık bizim,
kanatlarımızı yakan, kavuran--
aradığımız --ışıkta-- nedir ki?
ışıktan gelir ölümümüz.
gündüz yarasalarıyız biz.

v.

hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,
ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi--
nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,
nasıl da rahat. iç sızlaması nedir bilmeyiz;
başedilemez gerçeklerimiz hazırdır çünkü hep--
kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,
sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
övünürüz delik deşik, bölük pörçük
yeşilliğimizle -- yenmiş bitmiştir oysa
büyüme noktalarımız, su çekmez artık
kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
taç yapraklarımız artık.
nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
gündüz yarasalarıyız biz.

vi.

bir görsek andığımız yüzü,
tanır mıyız? --tanır mıyız
sevdiğimizi, bilir miyiz neydi--
sevdik mi, seviyor muyuz?
yürüyüşü, saçının dökülüşü--
anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
gündüz yarasalarıyız biz.

vii.

koy başını omuzuma yine.
aldırma, söylenmeden kalsın
düşünülmedikler, bilinmedikler -- bırak
unutulsun geridekiler, özlensin ileridekiler -- bırak
yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
gel -- uyuyalım güneş görününce,
aşınca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.
uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,
dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
ama şimdi -- sanki sevdalı gibiyiz şimdi,
sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri--
şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,
şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle--
aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.

oruç aruoba

**ekşi sözlükten alınmıştır.

tamamen yerleşmiş hissettikten sonra ikinci bir giriş

bu bloga yazdığım ilk yazı, neden burada olduğuma dairdi. niye bir blog almıştım ki? zaten hemen hemen kimse okumayacak ya da okuyanlar zaten bildik kişiler olacaktı. ama o yazıda dediğim gibi üzerimdeki yük arttıkça yazmalıydım. bu, başına türlü belalar gelmesi muhtemel bir defterle sınırlı kalmamalıydı. şimdi dönüp bakınca pek de fena bir şey yapmadığımı anlıyorum. belki de yüz yüze konuşamayacağım ya da ifade edemeyeceğim pek çok şeyi anlatabiliyorum bu şekilde. aradan geçen beş aydan sonra, şimdi bir de Dilara'yla atışarak, başka başka blogları çekiştirerek daha bir keyifli sürdürüyoruz buradaki varlığımızı. buraya gelip gittikçe, yazdıkça okudukça daha da bir artıyor değeri gözümde, eski kitaplardaki yaşanmışlık gibi, henüz içme şeferine erişemediğim ama hep dillendirilen yıllanmış şaraplar gibi. ve yine hep söylediğim gibi büyüyoruz ve büyümeme şahitlik ediyor burası. yarınlardan birinde sırf bunu görmek için buraya bakacağım belki. artık iyiden iyiye bu işi sürdürebileceğimi anladığım için yazıyorum bu yazıyı. çünkü yazmasam duramayacaktım...

25 Mayıs 2009

uyanır gece yarısı...

kafamda binbir tane isim var.
sınava kadar beni terk etmemelerini umduğum binlerce isim. aslında gerçekten elime yüzüme bulaştırmadan öğrenmiş olmayı ve bunu yarına kadar korumayı diliyorum desem daha doğru olacak.

kalbim zaman zaman fazla hızlı çarpıyor.
öyle zamanlarda genelde gözlerimi kapatmış ve bir yerlere dayanmış oluyorum. savunmasız bir durumda bulunuyorum. çarpıntıların bir sebebi bu olamaz mı?
bir diğeri de kendimi dinlemek için nadir olarak zaman bulabilmem olmalı...

21 Mayıs 2009

umutlu umutsuzluklar

elveda rumeliye ağlamalarımla geçiyor zaman.
akıp gidiyor.
şarkıların etkisini bir kez daha görüyorum ağlamalarıma bakıp.

şarkılar...
ederlezi, dinlendiği vakit en içte yankılanır her zaman.

deli bir rüzgar eser birden.
yağmur bütün şiddetiyle döver sizi.
gözyaşlarına en güzel yoldaşlardandır.
başı dik bir ağıttır. en kötü günde bile kafasını kaldırır ya umut bir şekilde. yarattığı bütün burukluğa rağmen, daha doğrusu yoldaş olduğu kötü giden her şeye rağmen vazgeçme! diye fısıldar.
vazgeçmemek gerek.

bu sıralar herkes kırılmalar yaşıyor farkındayım.
biz vazgeçmek istesek de olmuyor, yapamıyoruz.
bu yüzden vazgeçmemek gerek.

buruk bir gülümseyişle, ederlezi birlikteliyle yazılmış bir yazıdır. ve tüm hakları içimdeki boşluğa aittir.

19 Mayıs 2009

sıkıntı

19 mayıs.
tören için erken kalktığımız bir gün.
şimdi protokolun özel bir gölgelik altında oturduğunu ve bizlerin güneşin altında saatler geçirdiğimizi ve protokolu uzun bir zaman beklediğimizi söyleyebilirim. yine de bunlar her yıl her yerde şöyle böyle tekrarlanan şeyler. sevsek de sevmesek de bir şekilde içindeyiz bu durumun.

eve gelişim beklenmedik kadar erken.
uykunun pençelerine düşüyorum biraz da bu yüzden.

telefonumun arkadaşımda kalması.
yarının tatil olması.
nedense telefonsuzluk beni fazlaca geriyor.
bir de çok daha önceden belli olan, yapılması gereken görüşmeler var.

ve şu an yazıyor olmak bile saçma geliyor bana.
çok boş geliyor.
kendime gelmeliyim.

12 Mayıs 2009

salataya koyduğun tek sosun nar ekşisi olması. nar ekşisinin yer yemez mideyi etkilemesi. ama her seferinde sırf sevdiğin için koymadan edememek. bu yazdıklarım bana hayatın pek çok sahnesinden tanıdık.

10 Mayıs 2009

bahar temizliği

her şey babamın annemle kavga etmesi üzerine bir uğraş araması ve cdleri düzenleme kararı almasıyla başladı.
"gereksizleri atıp, kalanları gruplayalım."
bütün bunları yaptıktan sonra yaptığımız onca şey onu hala kesmemiş olacak bu sefer bilgisayarlara el atmayı kafasına koydu. haklıydı çünkü çevremiz virüslerle çevrilmiş durumdaydı.

ilk adımda dizüstü bilgisayardaki dosyaları alıp, masaüstüne çıkardım. sonra hepsini gözden geçirip gereksizleri sildim. ama silmeden önce gözüme kestirdiğim dosyaların hepsine tek tek bakmak gibi bir eylemde bulundum. en sonunda silmediğim dosyaları d altında depolayacakken orada zaten bana ait kocaman bir dosya olduğunu ve içinde varlığını çoktan unuttuğum, artık orada durması anlamsız pek çok yazının, konuşmanın, fotoğrafın ve videonun olduğunu gördüm. bunları da gözden geçirmeden edemedim ve silmeden önce tüm yazıları tek tek okudum. bütün bir akşam, zaten sileceğimi bildiğim saçma sapan şeylere bakarak, okuyarak ve geçmişe dönüşler yapıp durmamla geçti. geçmişe yaptığım dönüşler bugünü tekrar tekrar sevmemi sağladı.

kendime hemen iki altta bir erken doğum günü yazısı yazmıştım. büyümek tabanlı bir yazı. pişmanlık geçiyor ve geçmeli demiştim. hakikaten öyle. pişmanlık gibi geçip giden pek çok duygu var... beni daha önceleri üzecek pek çok şeyin şu an sadece mantıksız gelmesine dayalı hisler yaşayıp durdum bu akşam.

sonuç: insan değişiyor. bahar temizlik gerektiriyor. ve kendimizle yüzleşmeliyiz, geçmişte takılıp kalmış en ufak bir ipliğe bile bağlı kalmadığımızı görmemiz için.

teşekkürler baba!