29 Haziran 2009

kısacık bir mola

ilk kez tek başına bir yerlere gidecek olmanın hafifliği ve üzerime bindirdiği yükler...
kısa bir süreliğine olsa da uzaklaşmak...
kendime hep sorduğum gidersem acaba içimdekiler de benimle gelir mi? sorusuna yanıt bulacağımı umuyorum.

deli gibi eğleneceğime eminim. çünkü bunu kafaya koyup gidiyorum. yanımda da bana bu konuda destek olacak sevdiklerim olacak.
bembeyaz gidip kapkara döneceğim sanırım bir de.

kısacası yarın akşam saat 9' dan itibaren ankara' dan uzaklaşmaya başlıyorum. mersin' de geçecek kocaman bir hafta sonrası görüşmek üzere!...

25 Haziran 2009

geride kalmak

şu dünyada yaşamış olduğu için, kendisini tanıdığımız ve geride bıraktığı izler için çok şanslıyız...
ve
yaşanan haksız ve kötü her şey için, karadeniz bölgesindeki kanser için mesela... sanırım bütün bunları tanımlayabilecek bir sıfat yok yeryüzünde...

22 Haziran 2009

tespit

arada kalmayı, belirsizliği sevmeyip bu durumlarda bir sonuç arama telaşı. başıma ne geliyorsa bu yüzden geliyor.

Görmek


Üzerine yazmaktan vazgeçilmeyecek mekanlar hep olacaktır sanırım. Malzemeleri asla bitmeyen... Bitmeyecek olan... Sınırlı sonsuzlukların en sınırsızı olan mekanlar. AŞTİ bunlardan sadece birisi. İnsanların yüzlerine bakıp onları incelemek ve anlamaya çalışmak vazgeçilmezse eğer, daha doğru bir yer olamaz. Ufak bir boş bulunmaya, bir yorgunluk belirtisine çeşit çeşit anlamlar yüklemek, onlara hiç bir zaman yazılmayacak hikayeler düşlemek... Tarif edilemez bir keyifle gülümsemeye sebep oluyor. Bir yandan da buruk olan bir gülümsemeye. Çünkü bir kez bile olsa yandıysa insanın canı, başkalarınınkinin nasıl acıdığını tahmin edebiliyorsun. Acıyı düşünmek, başkasının olsa da gelip dokunuyor hassas bir yerlere. Belki çok gereksiz bir davranış belki sadece acımaya yer aramakla ilgili.

İnsanlar gidiyor akın akın, gelenler kadar. Bu kadar çok gidip gelişimiz hiç bir yeri yer yurt edinemeyişimizle mi ilgili? Hayatın bize yüklediklerini yaşamaktan başka yol bulamayıp sorumluluk yüzünden gitmek ve gelmek değil mi yoksa yaptığımız? Çok büyük keyifle gidilen bir yerden buruk dönmek doğru yerde olmadığımızı göstermez mi? Ya da sadece kan bağıyla bağlı olduğumuz ama aslında hiç tanımadığımız birinin sözüne gitmek sadece bir zorunluluk değil mi? Peki bunu bile bile gitmek ne kadar samimi kılıyor bizi? Evet farkındayım zaten çok az zaman gerçekten samimiyken bu cümleyi kurmak da büyük bir samimiyetsizlik. Ama elimden başka türlüsü gelmiyor. Kafamı bu ve bunun gibi onlarca soru dolduruyor. Sorgulayarak yaşamak insanı bir kat daha yoruyor. Yine de kendi yaşadıklarını sorgulayıp işin içinden çıkamamaktansa başka şeylere yönelmek hafifletiyor oluşan baskıyı.

Binlerce hikaye yaşanıyor. Ne kadar insan varsa o kadar hikaye. Düşününce aklın almayacağı kadar çok. Altında neler olduğunu düşünmeden boş boş bakıyoruz çoğu zaman gözlere. Buğulularını gördük mü 'kesin değmeyen bir şeye ağlıyor.' diyoruz, yaşadıklarımıza dayanarak. Yaşarken aynı şeyi yapmış olduğumuzu bir kenara itiyor ve bu yüzden küçük görüyoruz gördüklerimizi. İkiyüzlülük diye düşünüyor insan en başta, değil halbuki. Unutmazsak çıldırırdık çünkü. Unutmak en büyük ilaç. Zamana dayanan bu yüzden etkisini çok zor gösteren bir ilaç. Zaman bazı konularda çok hızlı bazılarında yavaş. Çelişkilere dayanıyor her şey. Bu yüzden belki de elimizi attığımız ne varsa karman çorman olması. Bu yüzden açmaya çalıştıkça iyice dolanması ve yine bu yüzden tam açtım derken küçük de olsa bir kördüğüme rastlamak. Sonunda onunla yaşamaya alışmak.

Babam ve Oğlum'da derdi kadın, zamanında aşık olduğu adama içi parçalanarak ve içimizi parçalayarak, alışılmaz mı ya alışılıyor diye. Ne varsa kanıksıyoruz. Ve bizden çok önce başlamış oyunu zorlukla kanaya kanaya öğreniyor, istesek de istemesek de kurullarına göre oynuyoruz. Bütüne kendi küçük hikayemizle kıyıdan köşeden dahil olmaya çalışıyoruz en açık ifadeyle...

18 Haziran 2009

aman yarabbi!!

kitap okumuyorum. evet ben kitap okumuyorum. okuyamamak bile değil okumamak. aklıma bile gelmiyor. bu durum, düşününce beni çok derinden etkiliyor. kötü, çok kötü.

15 Haziran 2009

kaçış

kadınların bunaldıklarında, yeni başlangıçlara ihtiyaç duyduklarında yaptığı şeyleri az çok herkes bilir. saçlar sorun edilir; kestirilir, boyatılır. kilolar dert edilir ve sanki hep öyle devam edecekmişcesine hemen kilo vermek adına eylemlere başlanır. erkekler bu durumu pek anlamasalar da kabullenirler. çevrelerindeki kadınlar bu hale düşüp duruyordur çünkü. ve ne yaparsak yapalım, o saçlar kesilse de o kilolar verilse de insanın içindekiler bağırıp durduğu sürece değişiklik faydasızdır. ergenlikten beri bunu yaşayan kadınlar da bu çabanın işe yaramazlığını çabuk anlarlar yine de o dürtüyü yenemeyip her seferinde tekrar tekrar düşerler bu saçma sapan ruh haline.

okullar kapandığından beri, ki kapanmasından bir süre önce bile evde kaldığımızı düşünürsek, sıkıldıkça ders çalışıyorum. evet, yapıyorum bunu. lütfen bu hatun manyak falan demeyin ya da söyleyin siz bilirsiniz, ben de kendime durup durup bunu diyorum çünkü. yine de önümüzdeki yıl bir sınavın bizi beklediğini düşününce gayet mantıklı geliyor yaptığım eylem. ya da bu sefer saçlarımı gerçekten uzatabileceğime olan inancımı arttırdığı için güzel buluyorum.

sonum nereye varır, sıkıntı bastıkça kaçıp ders çalışmak beni kaçtıklarımdan daha ne kadar kurtarır bilmiyorum. ama gidebileceği yere kadar gitsin, razıyım.

11 Haziran 2009

zamana bir süre mola

bir yerlere sığınmak istiyoruz, bir şeylere mecbur bırakılıyoruz. hala farklı bakıyorum dünyaya, sanki hala midem kolayca ağzıma gelecek gibi. ama geçti işte. sancılıydı. zaman duygusu olmadan; yavaş, çok yavaş ve bir o kadar da kısa sürdü aslında. şimdi gerçekten bazı tercihler yapmış olarak, en bilinçsiz göründüğüm anlarda en bilinçli kararlarımı almış olarak yürüyorum. yaza iyi başlamalıydım ya, sanırım bugün yaza iyi başlamak adına atılmış bir adımdı.

uzun zaman sonra bir ağıt yaktım. bastırılmışlıkların arasından çıkabilmesi için irademde boşluklar oluşmalıydı, yanımda bunu söylemeye çekinmeyeceğim insanlar bulunmalıydı. şartlar böyleydi ve yaşandı. midem boşalana kadar kusmam gerektiği gibi, içim tam olarak boşalana kadar tekrar tekrar yaşayacağım bunu belki. ama her seferinde daha sağlıklı olacağım.

ve sığınmak istiyoruz ya. bu sefer önce kendime koşacağım. hiç tanımadığım derinlerime bakacağım. umuyorum. umuyorum...

bir de sızmamla ve uyanmamla ilintili olarak aklıma bir şarkı çarptı, bir süre işgal edecek orayı sanırım.

feridun düzağaç-"yeniköy"

**yeniköy'de dinlenildiği zaman bambaşka etkiliyor insanı söylemeden geçmeyeyim.

Çok uzun gemiler geçiyor boğazdan
Boğazımda düğümlenir adın
Birazdan güneş batar

Martıların doymak bilmez çığlıkları
İçimde durmak bilmeyen açlık: sen çığlıkları
Kısa sürüyor günler sensiz
Tepede yeşil koruluk korunuyor insandan
Uzaktan kalbim gibi duruyor; korunuyor insandan
Uzaktan bakınca sanki yaşamak güzel
İçime sormam içime sormam, soramam

Yeniköyde evim
Eski köye yeni adet
Bir sevgilim var benim;
Düşlerimden ibaret

9 Haziran 2009

ahh kaan!

dün gelen bir mesajda şöyle bir tamlama vardı paylaşmadan edemeyeceğim:
"kızların arasındaki ileri komünikasyon"

bu ne heyecan??

bütün günü bir kelimeyle tanımlamaya çalışmak sanırım alışkanlık haline geldi. bugüne diyebileceğim tek şey değişik olduğu. üzücü ve yorucu tarafları boldu ama genelde de böyle olduğunu düşününce bunda karar kıldım.

"erkeklerin kavgaya olan eğilimlerini hiç kimse reddedemez, tabiki ölçüsü her birinde farklı farklı. kadın tarafından bakınca çok anlamlı olmayan meseleler üstüne üstlük. işte bu yüzden erkekleri anlayamıyorum ama artık kabullendim bu durumu." dün tam olarak bunları demiştim. bugün birden böyle bir durumun ortasında kalıncaysa ne olduğumu şaşırdım. biliyorum herkes kendisini haklı görüyor, olansa kenarda izlemekte olan şaşkın hatunlara oluyor. ve olayın içinde olunca bunu kabullenmek mümkün olmuyor.

konuşamamak var bir de. yapılması gereken ve kafanda dönüp duran bir konuşma o karşında otururken hep mi zor yapılır? bugün konuşmalıydım, sırf canım daha az yansın diye. belirsizlik can yakıcı ve yorucu çünkü. ama gereği gibi olmadı. ya da zaten nasıl olursa olsun aynı miktar üzecekti ve bu noktada gereği gibi olmayışına yüklüyorum ben üzüntüyü.

günün şarkısıysa ahmet kaya-yakarım geceleri oldu.

7 Haziran 2009

bir sahne var aklımda...

tuhaf günler bunlar... tanımlamak için daha net bir kelime bulamıyorum. açmaya kalkışınca kurduğum cümleler, aynı anda hem mutlu hem de mutsuz olmakla ilgili. sanırım bu iş biraz inada bindi; bir şeyler beni mutsuz kıldıkça mutlu olmaya uğraşıyorum. yenilmediğimi gösterebilmek için. ama yine de kahkahalarım gerçekten gülünesi yerlerde kopuyorlar ve bu beni o kadar da yalancı kılmıyor bence.

kötü olan her şeye rağmen en güzel şenliğim geride kaldı. ve düşününce sanatçıların etkisinin yanında benimle ilgili olan çok büyük değişimler var işin içinde. çünkü "o olmadan hiç bir şeyin tadı tuzu olmaz." denen durumun aslının olmadığını kesin olarak anladım.

yaza dair istediğim bir şey var yakın zamandan beri. kendi kendime ve çevremdekilere durmadan söyleyip duruyorum. ne kadar çok söylersem o kadar ciddi yapacağım bu işi sanırım. kafamda her ne varsa; belirsiz, çok kötü, çok iyi hepsini normal bir yere oturtmaya kararlıyım bu yaz. önümüzdeki yıl önemli ve çok yorucu çünkü. şimdiden halletmeliyim beni yoracak, ruhumun üzerine ağırlık yapacak olan bildiğim her ne varsa.

ve fark ediyorum, yaza hep çok fazla anlam yüklüyorum.

3 Haziran 2009

3 haziran 2009

demek ki sabah sabah...
arkada haziranda ölmek zor çalarak başlayan ve öyle süren bir gün. yağmura rağmen hep ertelenenlerin yapıldığı gün. yağmur yüzünden bir şeylerin ertelendiği gün. geçmişe bakanlar yüzünden geçmişe dönüp bakılan gün. kokoreçle tanışılan gün.
bir de saman sarısı...
bu sıralar şarkılar beni ilkinde değil de daha sonraki dinleyişlerimde etkiliyor. uçurtmalarda da öyle oldu. kendimi bulmaya yer mi arıyordum bilmiyorum ama evet bu şarkıda buldum.
bir de özlem kırmızısı...
konur'un hali yüreklerimizi ağzımıza getirir durumda. bize kalmış yerlerin savaşı... nereye varacak, nelere gebe? düşündürüyor.
demek ki göçtü usta...
Nazım'ı düşünüyorum. ciddi anlamda aşığım kendisine. filmlerde vardır ya, arada bir gelen ama gelmesi yeten aşıklar, aynen onlardan. tüm eserlerine elimi attığım zamanlarda benliğimi dolduruyor.
kaldı yürek sızısı...
haziranda ölmek zor...

uçurtmalar

en sevdiği renk mor olan kadın
en sevdiği kelime "asi"
en sevdiği oyun incitmek beni
hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben

zamanı, yaralarla ölçen kadın
geçmişiyle kavgalı
gündüz isyankar
geceleri tanrı’ya sığınan kız çocuğu
kırdığı kalpleri dizmiş ipe
gene en büyük zararı kendine

en sevdiği ses, çocuk sesi
güneşli, billur, neşeli/ oysa, yıllar var ki kendi
anne olmayı istememiş
çekip gidebilmek için bir gün
geride ekmek kırıntıları bırakarak
kuşlar yesin diye ayak izlerini
kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası

sevişirken taşkın bir nehir
öpüşürken kor bir alev
uykusunda melek gibi masum
bakmaya kıyamadığım
kaç gece göğsünde uyuduğum
ama beraber uyanamadığım kadın

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben

her hasretten sonra
başka başka sevdaların kollarında
yemin etmişken bir daha konuşmamaya
gene bulup birbirimizi
sabahı olmayan gecelerde
aldatma pahasına sevdiklerimizi
ağlayarak seviştiğim kadın
senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben

elif şafak

2 Haziran 2009

bir dönemi daha kapatırken

yazılıların bitmesi üzerine kurulan cümleler:
-artık okula bu kadar erken gelmemize gerek olmayacak.
-uzun bir süre şu gömleği bir daha giymeyeceğim.
-durmaksızın kitap okuyabileceğim.(en sevdiğim.)

hararet

okuldan birinin ölümü üzerine, okulun ölüm suskunluğunda yazılmış cümleler...

yeni bir başlangıçtı ihtiyacımız olan. yeni bir soluk. ölümle geldi. ölüm eksiltemediği kadar çok şey bindirdi üzerimize. birden her şey daha farklı gelmeye başladı. nereye baksak ölümün o acı kokan rengini gördük.

kapıları kapattık, kendimizi bir köşeye çektik. hıçkırıkların sesi kapıya rağmen çınladı içimizde. belki de tek istediğimiz ölümün yüzüne kapıyı kapatabilmekti. er geç gelecek ve hiç gitmeyecek misafiri mümkün olduğunca sonra görmek istedik.

kaçamadık, içine düştüğümüz girdaptan kaçamadık. hep küçük ölümler yaşadık. en büyüğüne doğru adım adım yaklaştık.

yakışmadı geride kalanlara. kimsesizlik ve çokluk hissi bir arada bulunmamalıydı.