29 Nisan 2009

geldiğimizde otlar yemyeşildi!...

"yitip giden insandır ve şu gökkubbenin altında geride sadece düşlerimiz kalır."

yağmurun yedi yüzü'nde sevilmiş bir cümle. kendisi artık, kitabın yanında; bir ajandada, bir mektupta ve bir taşın üzerinde yazıyor. bugüne bir cümle ver deseler aklıma gelecek olan ilk sözcükler topluluğu bu ayrıca. bir de artık bir blogta da bulunuyor...

28 Nisan 2009

büyüdük aniden...

sıcacık bir bardak tutuyorum elimde. içi çayla dolu. bardağın şekli falan umrumda değil. bardağın şeklinden anlamlar çıkartmak istemiyorum bugün. birden iyi gitmeye başlayan 'her şey' artık beni şaşırtmıyor, başta olduğu gibi. böyle olmalı diyorum. inadına böyle olmalı hatta. evde bir şeyler tatsız gitse de, kimi notlar kötü gelse de...

elverdiğince kendimce yaşıyorum. sınırları elimden geldiğince büyütmeye çalışıyorum. daha çok kendim oluyorum günden güne. bu tabiki güzel kılmalı zamanı.

sabırsızlıkla beklenen 28-29 nisan ikilisinin birincisi noktalanmışken ve gerçekten güzel bir gün geride kalmışken, düşünüyorum: bundan 1 ay önce her şey çok farklıydı, ters giden şeylerin çokluğunda bugüne saklanıyordu umutlar. doğum günü iyi olacak diyorduk birbirimize ipekle. çok iyi olacak... o günden bugüne hayatımda değişen ve çok hızlı gelişen her şeye rağmen evet 28 nisan çok güzeldi. 29'u da öyle olacak. ve anlıyorum ben çabaladıkça çok kötü olmayacak bugün iyi olanlar. sırf bu yüzden yarınlar da o kadar kötü görünmüyor gözüme.

bir de dönüp geride kalan yıla bakıyorum. her geçen yıl, o yıl içinde daha çok büyüdüğümü fark ediyorum. yanlışların tohumlarının, yanlışın açığa çıkmasından çok önce ekilebileceği gibi bedelinin de uzun süreler boyu ödenebileceğini görüyorum. yine de, canımın acıdığı anlarda pek çok kere keşke desem de, keşkelerden arınıyor hayatım gün geçtikçe. geçmiş bugüne gebe çünkü. bugün güzel...

(bu kendime bir gün önce yazdığım bir doğum günü yazısı. kötü zamanlarda dönüp okuma ihtiyacı doğuracak cinsten hem de.)
(son olarak keşkeler gittikçe azalmalı zaten, geçmişte yaşananlara verdiğimiz değerle ilintili çünkü. bugünü yaşamak için geçmişe çok fazla takılmamalı.)

27 Nisan 2009

korkarım...

"biz mutlu olmayı gerçekten hakediyoruz." bu cümle pek çok yerde çıkıyor karşıma. kitaplarda, bloglarda.. kendi dudaklarımdan ve kalemimden dökülüyor defalarca. sonra bir akşam rastgele okumaya başladığım bir blogta bu cümleyi görmek nedense rahatsız ediyor beni. bazı taraflarımızla bu mutluluğu haketmiyor olduğumuzu hissediyorum belki de. ya da sadece rahatsız olmak için yer arıyorum kim bilir.

20 Nisan 2009

kıskançlık

bir gün daha bitti önümde
günler gelir geçer ve antibiyotikler
kimim ben? bugün ne günlerden?
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık
bu zayıflık anımda, bir aşkın komasında
kıskançlık aktığında durmaksızın damarlarımda

sen ilacımsın, susuz yuttuğum
bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan
günlerdir hastayım ve bu beni delirtiyor
sürekli uykuyla uyanıklık arasında
gidip gelip, gidip gelip, gidip gelip
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık

kıskançlık bu zayıflık anımda,
bir aşkın komasında
ve aktığında damarlarımda kıskançlık.

**bu ara teomana saran ve çevresini de etkileyen ipek'e selamlarla! :)

15 Nisan 2009

değişik ama güzel bir durum:

"bu dosyaları gerçekten silmek istiyor musunuz?"
evet, yenilerine yer açmalı...

heyecan

aklıma sokmayın deyip duruyorum. gülümsüyoruz.. ve sanırım o anki gülüşler sadece gülmek eylemiyle ilgili. mutluluğa inanmak istiyoruz çünkü her daim. nerden, ne şekilde geleceğini bilmesek de istediğimiz bu. zaten bir açık bulup aklıma girmeye meyilli olan bir şeyin kuytulara yerleştiğini fark ediyorum. kalbime söz geçirmek konusunda ne kadar başarılıyım orası da meçhul. sonu ne olacak bilmiyorum. güzel olan bir şeyi feda mı ediyorum bilmiyorum. kötü olursa kaldırabilir miyim bilmiyorum. ama kendimden eminim. belki uzun zamandır olmadığım kadar çok hem de. evet güzel olur diyorum ilk kez. böyle iyi aslında ama olursa daha iyi olur. peki olur mu?

13 Nisan 2009

önce ben onu öldürdüm

şimdi çok arıyorum ama, öldürdüm onu. yok ettim. insafsızca... yavaş yavaş... değiştire değiştire... azar azar yok ede ede sürükledim ölüme, adım adım. sonunda öldürdüm, rahatladım.

yok oluşuna doğru atmaya kandırdığım her adımında seviniyordum, gülüyordum içimden. o gülüşlerin, o sevinçlerin ne denli sinsi, kötücül sevinçler olduğunu yeni yeni sezebiliyorum. öldükten, tümüyle yok olduktan sonra... şimdi onu ararken... onsuz kaldığımı anlayınca.

...

hürriyet yaşar

10 Nisan 2009

gece yarısı mesajları

reklamlar bitti, şimdi haberler.

hava durumu: sağanak yağişli.
yol durumu: yaşadıklarınıza takılıp düşmeye elverişli.
günün sözü: hayat çok acımasız.
günün yemeği: tatlının dibine vurabilecek her şey.
günün manyaklığı: 1 mayısın tatil olma ihtimali.
günün vaadi: mangal partisi.
günün değişik ve magazinel olayı: terkedilmek.
kız ismi: yağmur, erkek ismi: selpak.
kıssadan hisse: kendinle dalga geçmek iyidir.

başka bir bültende görüşmek dileğiyle, esen kalın.

3 Nisan 2009

grip

bir kaç gün içinde harcadığım peçeteleri düşünerek dünyaya bir özür borçlu olduğumu iyiden iyiye fark ediyorum.

1 Nisan 2009

Hoşgeldin bahar!

Hava, açık bir pencere önünde, bir kahvenin sıcaklığıyla ısınıp başka bir şeye ihtiyaç duymadan sabahlamaya el veriyorsa, huzur veren şeyler muhakkak daha çok bulunuyor içimizde.

yine de nazım'dan süzülüp bizlere kadar gelmiş diziler için ve daha pek çok şey için kar fazlaca özlenecek tekrar görüşene kadar.

"Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara."

her şeye rağmen?

"çayı bira bardağından içer gibi yaşar olmuştuk hayatı, hatırlıyor musun?" diye başladı konuşmaya.

gözlerinde hüküm sürmüş olan buğulu hava yine orada, diye düşündü karşıdaki. ve cevapladı; "eninde sonunda içtiğimiz çaydı ve günü geldi bardakta çay kalmadı."

yaşlar akmaya başlamasın diye kendini sıkmaktayken, her şeye rağmen bu konuşmayı yapma kararı aldığında, düşündüğü "her şeyin" arasında, kötü olan şeylerin yeteri kadar olmadığını farketti. pişmanlık kalpten pompalanan kana karışıp vücuda dağıldı. insan vücuduna olan hayranlığı bir anda nefrete dönüştü.
yıllar önce olduğu gibi...
yıllar önce bir anda her şeyden, herkesten nefret etmeye başladığını hatırladı. karşısındakinin var olan her şeyi temizlenemeyecek bir biçimde kirletip giden olduğunu yüzüne çarptı, karşısında oturduğu kapının açılmasıyla içeriye dolan rüzgar.
sonra elinde kalmış olanlarla yeni bir duvar inşa etmeye çalışmasını, arada bir çatlayıp içeriye su alsa da bunu insanları imrendirecek kadar iyi başarışını hatırladı.
"ama elimizde kalan bir bira bardağıydı. yine de içini, içimizden geldiği gibi doldurmuşken neden buradayız?"

kapı bir kez daha açıldı ve rüzgar karşıda oturanın sırtına çarptı. beraberinde, beklediğini bulamayacağı gerçeğiyle. o, o buğulu gözlerde, kendisine yönelmiş; nefret, hırs, intikam alma ihtiyacı gibi hisler göreceğini düşünerek istemişti bu görüşmeyi. biraz zorlarsan tekrar sevgiye dönüşebilecek bir şeyler istemişti ve kendisinden her zaman olduğu kadar emindi. istediğini alacaktı... bu sefer olmayacak düşüncesi beyninde sağa sola çarptı.
buradaydı; çünkü yalnız kalmıştı, çünkü o gözlerin kendisini hep bekleyeceğine inanmıştı. farketmese bile; orada kendimi tekrar bulur, bir süre dinlenir ve tekrar giderim, demişti kendisine.
"neden buradayız bilmiyorum."

halbuki ben nasıl da iyi biliyorum neden burda olduğumuzu, diye düşündü. karşıdakinin kendisini ararken nasıl hep hüsrana uğradığını tahmin edebiliyordu. farketti ki sadece bunu görmek için gelmişti buraya. zamanında geceler boyu ağlarken, onun hiç de umursamadan yeni bir şeyler yaşamaya başlayışının nasıl acıttığını düşündü.
kalktı. yalnızlığını paylaştığı emektar kabanını giydi. etkilemek, gücünü göstermek için; eli sıkıca kavrayıp, sahibinin gözlerinin içine bakarak sıkmalıydı diye söylenirdi. öyle yaptı.
kendisini rüzgara attı.
bir sigara yaktı.
ve gözyaşlarını sadece kendisi için, bir sınavı bir kez daha geride bıraktığı için akıttı.