30 Temmuz 2010

gelecek

yarın kaan' a ne diyeceğimi hiç bilmiyorum. ne olacağını da. geri kalan her şey gibi. ama bunca zamandır ağlarken fark ettiğim şey: ağlarken sarılacağım ya da sarılınca ağlayabileceğim birine olan ihtiyacımdı. ve bunu, söz konusu kişi kaan olunca yapabildiğimi biliyorum. sırf bu yüzden bile yarın özlemeye kısa bir mola.

hayatımın bundan sonraki 5 yılını odtü' nün güzelliğinde ve genetik' le boğuşurken geçirme kararı verdim. kimsenin benden beklemediği bir şey bu. benim içinse hep bir köşede duran ama dillendirmeye cesaret edemediğim ihtimaldi. gözümü karartan ankara' da kalacak olmak sanıyorum. zorunlulukla kapatıldığım kutuda açtığım hava deliği olacak belki de odtü. odtü ve içinde olmasını umduklarım.

ses-siz-lik

bu ara bilinçli ya da bilinçsiz olarak üzerimden attığım bütün kararlar yüzünden ağzımı açıp hiç bir şey söyleyemiyorum. içimde biriken ve bir çırpıda söyleyebileceğim her şey olduğu yerde duruyor. bunu başarıyor olmak güzel belki de yani susabilmek. çünkü aslında yapmam gereken bu. yine de...

27 Temmuz 2010

son durum

kafamın içindekiler o kadar dağınık ki toparlayamıyorum kelimelerimi. öyle olunca günlerdir bir şeyler yazıyor gibi yapıp öfkelenerek kapatıyorum bu sayfayı. oyalanacak bir şeyim varsa huzursuzluğumun farkına varmıyorum. bir süreliğine unutuyorum her şeyi.. ama gece bir neticedir' de ne söylüyorsa şair hepsi doğru. ve sanırım artık çırpınmaktan vazgeçiyorum: elimi biri tutacak mı diye düşünmeden çünkü uzun zaman sonra gerçek bir son bu yaşadığım.

22 Temmuz 2010

biliyorum anlattı!

gene çok boktan bir "kimseye söyleme" ağının içine düşmüşüm. sinirlendim akşam akşam. fark ettim ki sonradan karşısına çıkmasını istemediği konuşmalar yapmamalı insan.

20 Temmuz 2010

yaza dair güzellikler


sarpın "hadi gidelim" demesi üzerine adilhan' a gitmemiz sonra da "benim param yok olunca gelelim" demesiyle çıkmamız arasında geçen kısacık zamanda 30 şubatı aldım. eve gelip kitabı araştırmak için 30 şubat yazınca sadece o gün hakkında yazılanları okuyup kitabı aldığıma mutlu oldum. kitabın nasıl olduğunuysa okuyunca anlayacağım artık.

19 Temmuz 2010

cevaplar

kahramanın, ne olmak istiyorsun sorusuna verdiği cevap "çavdar tarlasında koşarlarken uçuruma yaklaşan çocukları tutmak"sa bu cevabın altında bulabileceklerimizin sayısı tahmin edemeyeceğimiz kadar çoktur bence.

yaz gecesi bunalımları

bir gün, "ankara' da kalırsan baban sana bu arabadan alacak" gibi bir vaatle karşı karşıya kalacağımı asla düşünmezdim. araba merakı olmayan bir dişiyim. şu aralar ehliyet almayı düşünmem ilerde yani gerektiğinde zamansızlıktan bunu yapamamaktan korkmam. bu cümle annemin gitmem konusundaki çaresizliğinin boyutlarını gösteriyor. ve ben de annemi gitme ihtimalime ağlarken gördükçe kötü oluyorum. yani hiç kimse kesin konuşmuyor ve herkes üzgün.

18 Temmuz 2010

bazı kitaplar elden çıkarılmamalı!

sözde dilara' ya her yerden çok uzaktadan bir şeyler gönderecektim, mutlu olsun diye. o kadar uzağım ki kendimden, şuur tam anlamıyla kapanıyor zaman zaman. yazıyorum ki yarın bir gün bugünlerdeki saçmalıklarımı anlayabileyim.

çöpçatanlık

her seferinde büyük bir hevesle yaptığım ve hep pişman olup bir daha asla dediğim. ama aslalar gerçekleşmiyor ve ben tekrar tekrar yapıyorum aynı şeyi. ilk başlarda duyduğum heyecan ve mutluluk zamanla yerini gerginlik ve acaba buna ben mi sebebim düşüncesine bırakıyor.

17 Temmuz 2010

umut kimin ekmeğiydi sahi?

bir bokluk olduğunu bile bile o kılavuza inanmayı seçtim. bir tarafım "yok lan" dese de, canım öyle sıkkındı ki gelip geçici bir mutluluk iyi olacaktı. çünkü zaten daha kötü olamazdı sonrası. yani şimdi. sanırım iyi hisler ellerini eteklerini çektiler üzerimden yine. ve sanırım evde olduğum her anımı aynı yerde geçirişim saklanma isteğimden. bu koltuğun üzerinde duran bir şey gibi. ve ne olacaksa olsun ben artık gidip kayıt yaptırdığım güne gelmek istiyorum. gerçekten çok sıkıldım.

16 Temmuz 2010

bu 'benim hayatım' değilmiş ki.

ne olacak çok merak ediyorum. daha geçen haftanın uykusuz' unu okumamışken bu haftanınkini almadım diye üzülüyorum. ne olacaksa olsun ama aşağıda telefonla konuşan annemin "önceden onu da yazarım diyordu, şimdi hiç, halbuki bilgisayarsız yer mi var?" konuşmalarının sinir bozuculuğunu atlatayım. evde kaldığım her saniye deliliğe bir adım daha yaklaşıyorum sanki.
yıllardır tek bir şey istiyordum. ve şimdi sırf ankara' da kalamam diye her şeyi elimin tersiyle itmem bekleniyor. ve ben sonunda burada kalacağıma, burada tıp okumayan biri olarak kalacağıma inanıyorum. erkek doğmak gerekmiş şu dünyada.

15 Temmuz 2010

bugün öğle tatiline kalmamak için koşuşum, akşamki bitkinliğim tatsız şeylerdi. ama yazacak güzel şeylerim de var!
dilara' yla uykusuzda oturup konuştuktan sonra ankara' nın o korkunç sıcağında bunaldık ve adilhan' a yönlendik. kitaplara bakıp, bu kitaba bu kadar verilmez yorumlarımızı yaparken, dilara eline onca yoksulluk varkeni alıverdi. normalde pek kolay bulunmuyor kendisi. hem de 5 liraydı. gerçekten de tam bir kısa günün karıydı bu.
okumam çok uzun sürse de berlin' de sanrıyı bitirdim. düşünmediğim bir sondu. fazlaca vurucu oldu bu yüzden. ve şu cümle içimde yer etti:
'kararlı ölüm düşüncesiyle şair, bu küçük mutluluk payını da nasıl korumayı bildi.' diyorsun kendi kendine. intiharından önce yazdığı mektuplar bu mutluluğun izlerini taşıyor işte. ölümün de verdiği bir mutluluk vardır; kuşkusuz kendi elinde tutuyorsan bu olasılığı.

12 Temmuz 2010

joker?

açılmayan fallar, gripinin hastalık yapıcı şarkısı: beş, artık yapış yapış olan yaz... devamlı yakınan bir kadın oldum gene. rahatlamaya ihtiyacım var kısa süre için.

tatil mi, tatil ne arar?

çok geç kalktığım ve sadece oturmakla geçirdiğim bir gün sonunda nasıl bu kadar yıpranmış olabileceğimi düşünüyorum. artık canımı sıkan şeyleri bilinçlice düşünmesem de rüyalarımda gördüklerim kimsenin hayal edemeyeceği cinsten. tutup gündüz gözüyle anlatmadığım o rüyalardır belki can sıkan.
bir de dilaraya gidemeyişim var tabi. gerçekten olması gerektiği gibi olacak bir tatile hazırlanmışken birden önü kesilebiliyor insanın. belki ilk anda ağızdan çıkınca kabullenmesi kolay olacak bir hayır zamanından çok sonra söylenince kabullenilemez oluyor. ve ben bunu ilk kez yaşamadım, muhtemelen son değildi.
bütün bunlara bakarak da tatilin son derece sevimsiz olacağını iyiden iyiye anlıyorum.

9 Temmuz 2010

bile bile lades

bir yerden sonra hepimiz tahammül sınırlarımızı yitiriyoruz. bu;
  • şimdiye kadarki öğrencilik hayatımda üç yıldı.
  • aile ile tatilde 5 gündü.
  • .....
bu sıralar tahammülsüzlüklerin biriktiği ve yolları tıkamaya çalıştığı yerdeyim. inatçıyım ve direniyorum. böyle yaparak daha mı çok batıyorum, bilmiyorum. bunların hepsini anladığımdaysa muhtemelen artık önemsemiyor olacağım.

bir de özledim. özlediğim; ankara mı, ordaki düzenim mi, yoksa tek başına yürüyebilme özgürlüm mü karar veremiyor sadece özlüyorum.

8 Temmuz 2010

ne yapmış sana onlar??

uykusuzluk, sivrisinekler ve yüzüme kapanan konuşmalar. ve önemsenmeyen sözcükler. ve günlerce dinlemiş olmama rağmen tek kelimesini bile hatırlayamadığım şarkılar. ve dinlemek için çıldırdığım halde dinleyemediğim şarkılar. ve, ve, ve, ve, ve, ve, ...
tek yapmak istediğim bütün kavgalarımdan soyunup bir kadeh şarabımla bir bankta oturmak. ve bir elimde devamlı yanan bir sigara olması. biri olmalı mı yanımda yoksa olmamalı mı bilmiyorum. sadece sanki her an gidecekmiş ama hiç gitmeyebilirmiş gibi oturmak istiyorum öylece. ben kendimi gitmek ya da kalmak benim elimdeymiş gibi kandırmak istiyorum.

4 Temmuz 2010

yazılarımın bazıları 2. tekil kişiyle başlayıp bitiyor ama ordaki "sen" genelde tek bir kişi olmuyor. bu yanlış mı?

başlık veda olunca

yok yok bir yere gittiğim yok.

veda

belki sözünü dinleyip yazmalıyım. çünkü haklısın kötü dönemlerde yazdıklarımı seviyorum. ama nefret kelimesini kullandım ya, nefretimi dökersem bir yazıya ve eğer seversem o yazıyı, onu okudukça o nefret yeniden dolar içime. o yüzden bugünlerde bütün yazımlarımı kırgın yazıyorum. okudukça kırgınlığım gelsin aklıma çünkü boyutu kimsenin anlayamayacağı kadar ve belki de herkese saçma gelecek kadar çok, ben bunu unutmak ya da kabullenmek istemiyorum. o gece makyajım var diye ağlamayışımı ve o makyajı sildiğimden beri her fırsatta ağlayışımı unutmak istemiyorum. ve bu duruma bir son vermek istiyorum. biliyorum ki bu en zor suskunluğum olacak. en kötüsüyse en korkunç olanıysa sesine soluğuna ihtiyacım olduğunu bile bile uzak olmak olacak. özür dilerim...

3 Temmuz 2010

son

lütfen artık ikiyüzlüce birbirimize yaklaşmayalım. en çirkin savaşımızı yapıyorsak buna uygun davranalım. belki böylesi daha az acıtır.

2 Temmuz 2010

bugünlere dair

yüzlerce karakter yazıp onlar üzerinde bolca uğraşınca ve yazdıkları için hala huzurlu olmayınca sinirleniyor insan.

1 Temmuz 2010

periyot kaç?

biri elimi bırakıyor sonra diğeri tutuyor. biri bırakıyor, diğeri tutuyor. nazım "kendine kötü gün dostu bul." diyor, bense "sanırım kötü gün dostu benim." diyorum. ama bir yerden sonra tam bir ahmak gibi hissediyorum.