18 Eylül 2011

okuyacak olduğunuz, günlük yazılarına dönüş yazısıdır.

house 7. sezona tatilin bitmesine hala bi hafta varken gelmiş olmak, kalan son günlerde dizisiz kalmamak adına hızımı kesti. bunun üzerine "haftalardır sadece dizi izlemek" yüzünden elimde sürünen "kinyas ve kayra"yı bitirmeyi başardım. hayatı bir süre aynı şekilde yaşayıp sonrasında bu kadar farklı yönlere gidebilmek üzerine çok fazla konuşulabilir bu kitaptan sonra. hemen arkasından da "geç kalmış ölü"ye başladım ki hazirandan beri kitaplıkta bu anı bekliyordu kendisi.
artık okullar başlasın sabırsızlığım, işin harç öde, kayda git gibi sıkıcı kısımlarını  düşündükçe biraz huzursuzlukla bulanıyor. bu yüzden de büyük bir sorumsuzluk örneği ile "yapılacaklar"ı son dakikalara bırakacağım gibi duruyor. bir de, her şeye rağmen beklenen kişiler, konuşmalar var ve bazen düşününce zamanı çoktan geldi geçti, artık yapılabilecek hiç bir şey yok gibi de geliyor. öyle olunca da neyi niye bekliyorum, kendime niye böyle işkence yapıyorum anlamak mümkün değil. diğer taraftan; dilara'yla sigaralı çaylı ders araları, karanlık odada bir savaş halini alan film yıkama dakikaları, boş anlarda seyithan'a gitmek ve onun her zaman yapacağı bir sürü işi olması gibi özlenen çok mühim bir kaç şey de var, pek tabii.

14 Eylül 2011

11 Eylül 2011

uzun bir aradan sonra; merhaba!

mutluluk ya da mutsuzluktan çok uzak olarak kendimi inanılmaz yetersiz hissettiğim günler.
ne kendime ne de çevremdeki az sayıdaki insana faydam dokunmuyor ve bu bilinçsizce isteksizce yapılan bir vazgeçiş gibi görünüyor sanırım dışarıdan bakınca.
hayatımın en boğucu en saçma yazı olarak tarihe geçsin bu mevsim.
ve artık sıcaktan bayılmadığımız günlerin gelmesiyle birlikte ben de kendimden memnun olabileyim istiyorum.

13 Haziran 2011

ilacı bırakmamın üzerinden 3 ay geçmişken boynuma kadar inen sivilcelerim, laçkalaşan sinirlerim -ferhat master şefi kaybetti diye ağlatacak kadar- ve ben yatakta geçiriyoruz saatlerimizi. bir gün avazım çıktığı kadar bağırıp sonrasında bir yerlere tıkılabilirim gibi geliyor artık. yazı ankarada kitap okuyarak geçireceğim ve herhangi başka birinin tatil planını dinlemek asabımı bozar oldu. oğlak dönencesi okuyorum ve bu ruh halindeyken okunması tehlikeli bir kitapmış onu anladım.
...

13 Mayıs 2011

Devrim

Şenlik günlerdir yağan yağmurla rezil olsa da, hasta etse de bir sürü kişiyi, biz dün V'nin sağ kolunda bir yerde mumları yaktık sonra da yukarıya koşup ne yaptığımıza baktık. işte o an gerçekten güzel denilecek anlardan biriydi.

5 Mayıs 2011

"biz de seni özledik"

sınav sonrası ve şenlik öncesi, kadın filmleri festivali ve turkcellin yaptığı güzellik sayesinde güzel, film dolu günler bekliyorduk, kavuştuk sonunda.

bugün sonunda "bizim büyük çaresizliğimiz"e gittik. ekşi sözlükte filmin sonunda çalan şarkı diyordu ve benim hiç bi fikrim yoktu. ışıkları ve görüntüyü pat diye kesen kızılırmak sinemasına teşekkürler! bunun dışında, film sakindi ve güzeldi. yürüyüşe çıkıp ankara turu atmaları gibi durumlardan rahatsız olmuyorsanız gidin ve izleyin.
not: şarkının sözlerini de kitabın yazarı barış bıçakçı yazmış.

30 Nisan 2011

hayat çok tuhaf

hayatımın en kötü ilerleyen doğum gününün bir majezik ve güzel insanlar tarafından mükemmelleştirilmesi söz konusuydu bugün. bir sarılış, bir kaç cümle mutlu ederken, karşımda lübitel görünce aldığım hali varın siz düşünün. ve bir de kendisini kullanmayı tam anlamıyla öğrendiğimde çok deli fotoğraflar görmeye hazır olun.

25 Nisan 2011

"bizim büyük çaresizliğimiz" için kızılay genelinde ilk seansların 12 civarında olması, bana karşı oynanan büyük bir oyundur kardeşlerim!

15 Nisan 2011

Hür İnsan Üzerine

"Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek:
Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir
Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur
Ve kararında içtenlikliyse hür kişi,
Yüreğinde ise dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi
Ve bununla yücelir hür kişi hatalarla değil(...)"

National Geographic'te okudum, sevdim beğendim. İS. 55-135 yılları arasında yaşamış Yunanlı filozof Epiktetos' un onuruna Yunanca yazılmış şiir Yazılı Kanyon' da bir taşa oyulmuş bir şekilde bulunuyormuş.

10 Nisan 2011

Ezilenler

Dostoyevski okumayı özlemişim resmen. şimdi Turgenyev'den bi' şeyler yazmam tuhaf kaçabilir ama bunu tam yerinde alıntılayan da Dostoyevski'dir.

"Belki en büyük kahramanlık, insanın hayatta ikincilikle yetinmesidir." (Turgenyev/Arefe)

üzerine saatlerce düşünülse yetmeyecek bir cümle resmen.

8 Nisan 2011

ahah!

manyak mıyım neyim?
oturmuş bang bang dinliyorum, gecenin bu saatinde.

allah standarttan ayırmasın

bu aralar aslında her şey görünürde eskisiyle çok aynı olsa da boş yaşıyormuşum hissi o kadar baskın değil. deftere bir şeyler yazıyor olmak, ilgimi kaybetmeden kitap okumak, bloga yazmaya başlayıp yarıda bırakmamak önemli ve güzel şeyler aslında.
hadi dersi asalım dediğimde asacak ve benimle sinemaya gelecek, bir de kafasına huni takıp poz verecek arkadaşlarım olduğu için çok şanslıyım mesela.
ya da kaydolacak almanca kursu bulamasam da onu ararken evrensel kitabevi'ndeki işbankası yayınları için olan yüzde30luk indirimi görüp dostoyevski'yi kapmış olmak büyük bir avunma kaynağı.
ve böyle böyle bi sürü şey var işte.

31 Mart 2011

http://www.flickr.com/photos/felixberndt/3977592218/
mesela ankarada da böyle yerler olsaydı ben de böyle fotoğraflar çekerdim. hatta insanlar kayık çıkmasın diye gerekli ayarları da yapardım, ha belki adam böyle sevmiştir diyebilirsiniz hakkınız da var.

29 Mart 2011

"bir odtü genetik polisiyesi daha"

bugün son dersi asıp emrah serbes'in imge kitabevindeki imza gününe gittik, dilara ve sonrasında sezgi'nin katılımıyla. sırada beklerken başta içerdeydik sonra birer adım ilerleyelim diyerek dışarı çıkmayı başardık. -sigara içmenin hayata kattıkları- tam o sırada dilara'ya hayaletle akbaba dedim, ama biraz yüksek sesle söylemişim ki "aaaaaa!" diye tepkiler yükseldi önümüzdeki kızlardan. sonra kitaplar imzalandı, genetik de ne biçim bölüm muhabbeti oldu, ben sigara içerken bi poz çeksem deyip sigara yaktırdım. sonra aynısını akbaba'ya da yaptım ki bi an tuhaf bi gerilim oldu kabul etmek zorundayım. sonuç olarak güzeldi keyifliydi, acayip ruh halinden biraz uzaklaştım bu vesileyle.

"iyiler ilk görüşte tanınmaz."

seyithan!

merhabalar. bloggerı açık bulmuşken bir şeyler yazmadan geçmek istemedim. bunun için de seyithan'ın doğum gününü bi de burdan kutlamak için bir iki cümle yazacağım.

"bir şey nasıl başlarsa öyle biter'in gerçeklik payını bana reddettirip, bir şey nasıl biterse öyle hatırlanır'ı yaşattığın için teşekkür ederim."

bir açıklama yapmak gerekirse, 15 tatilin son pazarı çok mükemmel bir ulus-fotoğraf gezisi yaptık biz seyithanla. ve ben göööya o zamandan beri upuzun, fotoğraflı bir gezi yazısı yazacağım, yapamadım. sonra da bu cümleyi düşündüm, gene engeller oldu yazamadım falan.
uzun olmasa da okuyan ne demek istediğimi apaçık anlayacaktır ve o günün güzelliğini anlasa da sadece tahminlerle idare edecektir.

"seyithan bahaneler üretiyorum kabahatime görüyorsun ama işte ancak bu kadar yapabildim."

iyi ki doğdun!

17 Mart 2011

tekrar merhaba!


kürk, kürkçü, tilki... biliyorum bu muhabbetleri sonuna kadar yapabilir ve hiç bir sonuca varamayabilirim. bu blog böyle sürüp gidecek gibi.
insanın iyi ya da kötü olması direk kendi elinde olan bir şey. neyi seçtiğiniz, sanki öyle değilmiş gibi davranarak bile neyi seçtiğiniz... sonsuza dek böyle konuşabilirim.
bu gece insanların yazdıklarını nasıl söyleyeceklerine acayip kafayı taktım. hani normalde de üzerine düşünsem çok rahat bileceğim şeyler ama bugün bütün harfler sahiplerinin soluğu dolu geliyor gözlerime, oradan da kulaklarıma geçiyorlar.
illa ki sebepler olacaktır bizi mutlu ya da mutsuz edecek. yine de eğer ki biz bütün varlığımızı o sebeplere bağlıyorsak evet bir durup düşünmek lazım. bu söz de o zamanlar için işte.
"mutlu olmamak için bir sebebin olmamalı
mutlu olmak için de"

fotoğraf için hazal'a söz için halil'e teşekkürler.

12 Şubat 2011

bugün içimdeki şeytanı susturdum!

bazı zamanlar vardır ya, ya da bazı şeyler, hani durup düşünürken çok etkilemeyen ama gerçekleşince beklenmedik bir etki yaratan. bugün irene' de upper olduğumu öğrendiğimde olan resmen buydu.
bunun biraz öncesinde metroda giderken kendime kitapça' da oturmuş olsalar demiş, sonra da bunu yapmayacaklarını düşünüp üzülmüşken, kitapçadayız diye mesaj gelmişti mesela.
havanın artık 4'te değil de 5.30'dan sonra kararıyor olması bile başlı başına muhteşem aslında.
ya da böyle içimde bir yerlerde sıkıntı olan ne varsa, aslında bunları beklemeyerek konuş diyen seyithan'a kusmuş olmam var. kendine söyleyemediklerini başka biri sana söylemeli bazen. bazen de yalnızca dinlemeli mesela.
pazar günü, güzel fotoğraflar çekmek planları. sonrasında yazılacak bir yazıyla ilerleyen günlerin gebe olduğu mid-term zamanlarındaki kendimi kıskandırmayı düşünüyorum.
pazartesi için renkli ve tatlı bir şeyler.

günümün huzursuz kısımlarını yazmayınca sanki gerçekten huzurluymuş gibi hissediyorum. çok iyi değil mi?

11 Şubat 2011

bir şeyler yazmalıymışım gibi hissettiğim ama muhtemelen pek bir şey yazamayacağım anlardan. bu his içimde kabaran öfkeden güç alıyor ama o öfkeyi anlatmak imkansız gibi. sigarasızlıktan belki de.
zamanla alakalı problemlerim olabileceğini düşünüyorum. geçen gün kütüphaneden aldığım kitabı uzatmam gerektiğini fark ettiğimde -ki bu iki haftalık bir süre- bir an kendime gelemedim. tatilimin son demleri ve tam da şu an bir yandan bütün benliğimle bitsin istesem de tatil bitmesin diyorum.
bu sabah oturup youtube'dan karanlık odayla ilgili videolar izledim. sonra durup bunu neden 3 haftadır yapmadığımı düşündüm.
bir de sevgili dbe, artık sınıfları açıklasan çok muhteşem olacak.

8 Şubat 2011

tepkiliyim!

nasılsın sorusunun cevabı 'iyiyim'se ve o kişi size kötü göründüyse yapılacakları ikiye ayırabiliriz.
1-eğer yakınsanız, 'hadi canım anlarım bi haller var sende' gibi şeyler söylersiniz ve eğer bunu yapmazsanız ayıptır, yazıktır.
2-ama eğer selam vermek mecburiyetiyle böyle muhabbetler içine girmişseniz 'sen bana iyi gözükmedin.' demezsiniz. size ayaküstü hayatımızdaki yanlış, ters şeyleri anlatamayacağımız gibi, zaten gayet iyi olma ihtimalimiz vardır. belki çayım istediğim gibi değildi ona biraz kafam takıldı. ya da gerçekten iyiyim lan.
bu muhabbetlerden kaçınmak lazım, okuyan okumayana anlatsın dünya daha çekilir olabilir belki böylece.

7 Şubat 2011

içimden hiç bir şey yapmak gelmediği için sıkılmanın önüne geçemiyorum. elime alıp kitabımı okuyamıyorum. akıllara zarar değil mi?
hafta içinde bir gün beze yapacağım. eğer şekilleri güzel olursa seyithan'a havasını atıp mutlu olacağım falan.
odtü'de piknik fikri çok güzel olabiliyor. ee malum bu aralar güneş yüzünü gösteriyor, sıcakmış gibi davranabiliriz. ya da soğuğu da çok sevebiliriz.
biscolota reklamı dilara'nın yorumundan sonra eski etkisini kaybetti. her seferinde aklıma onun söyledikleri geliyor ve gülüyorum resmen. lan dilara!

5 Şubat 2011

biz karanlık odada saatler harcadık

seyithan dün bir yazı yazmış. önce onu okuyalım.

şimdiii seyithan diyeceğim şu ki, orda cansu ve dilara ile fotoğraf basarken donmak yazsaydın zaten neyin ne olduğu ortada olurdu. ama lütfen! lüüüütfen.

4 Şubat 2011

the lives of others

bu blogu aldatıyor olmak hissini biraz olsun dindirmek adına bir şeyler yazayım dedim. ama yazacaklarımın daha iyisi varken ne gerek var diyor ve sizi "şuraya" davet ediyorum.

31 Ocak 2011

sen ilacımsın!

tatilin sadece bir haftası geçmiş.
bu cümleyi kendime sık sık tekrarlıyorum ama böyle tatil ne iğrenç şey gibi değil, tatil çok muhteşem gibi de değil. arada kalmışlığımla söyleyip durduğum bir cümle. aslında evde kaldığım anlarda deli gibi sıkılmamla ilgili olabilir.
tam bir yıldır ilaç kullandığımı bilen bilir. geçenlerde son ilacımı içtim, ajandama o günü hatırlamak istermişçesine not düştüm falan. neyse, söylemek istediğim aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamak istemediğim.
aslında anlamış olduğunuzu düşünüyorum, biraz duygusalım tam da şu an.

28 Ocak 2011

insanın bir konu hakkında, değişen onca şeye rağmen, hiç bir zaman hiç bir şey değişmemiş gibi hissedebilmesi çok saçma değil mi?
(bu da övgü'yle benim nasıl adlandıracağımızı bilemediğimiz ama bir yandan da sevdiğimiz şeyler için kullandığımız "saçma"mızdır.)

26 Ocak 2011

karalamalar

"geleceği görme yeteneğimizin olmaması aslında çok muhteşem bir şey. çünkü, asla yapmam dediğimiz şeyleri ileride yapacağımızı görmek fazlasıyla canımızı sıkabilirdi. bilerek ve isteyerek yapacağımız günse zaman akıp giderken geliyor.
geçmişin en karanlıkta bırakmak istediğim şeyiydi. bütün yaşananlarıyla beraber. ama sonra pek çok sebeple her şeyi unutabiliyor insan. unutmasa da umursamıyor eskisi kadar.
gece yatınca ya canım yanarsa dedim. sonra bunu bir daha düşünmemeye karar verdim. hiç düşünmezken her şey daha gerçek oluyor çünkü. yaptığım onlarca saçma sapan şeyde çok düşündüğümü ama gene de olmadığını söyledim kendime; bu kez düşünmeden, sayılabilecek binlerce ama'ya takılmadan yürümeye karar verdim."

25 Ocak 2011

tatil!

gördüğünüz üzre blogum o yapış yapış pembeliğinden kurtuldu. arkadaki fotoğraf benim çektiklerimden. sonuç olarak içime sindi bu hali.
dün otobüse yetişebilmek adına metronun merdivenlerinden yuvarlanışım; utanç vericiydi, anlatırken son derece komikti, ve fotoğraf makineme hiç bir şey olmadığı için düşünmeye bile değmiyordu. ama sabah gözlerimi 1 gibi açmamın ve bütün gündür kolumu kaldıracak halim olmamasının tek sebebi o düşüştür.
yine dün, eve dönerken kitap okumaya öyle dalmışım ki batıkentte kendimi son anda dışarı attım. huzurlu bir durumdu resmen.
bugün oturup yes man izledim. yüzümü güldürmesi açısından gayet iyiydi. jim carrey' i seviyorum.
ammaaa!

Zooey Deschanel sen ne muhteşem bir kadınsın!

12 Ocak 2011

günler gelir geçer

google' da yasemin mori' yi arayanlar benim blogumla karşılamış ve hatta üşenmemiş de tıklamış. dünya çok acayip aslında değil mi?
mid-term haftaya ve ben upper olmaya her şeye rağmen karar vererek bir de achievement yükünü ekledim omuzlarıma. hala da acaba yapmasam mı? sorusu var aklımda.
hani belli bir saatten sonra fotoğraf çekemiyorsun ya aslında bok gibi bir durum ama diğer yandan da içinde kalan hevesle ertesi gün daha çok bakıyorsun çevrene.
gidip değişim üzerine bir konuşma yapmam gerekiyor. o konuşma sadece bununla kalmayıp çok farklı yerlere gidecek bunu da biliyorum.
bugün gazete satma işindeki yeteneğimi iş güç sahibi birileri görüp, arada bir uğra parası neyse veririz deseydi ne güzel olurdu değil mi? tamam saçmalamıyorum!

10 Ocak 2011

bok yemek

çok acayip bir gündü.
zamanlar öyle zamanlar.
mutlu olmak için çok acele edip mutsuz olmayı bu kadar ağırdan almak niye hiç bilmiyorum?
aslında güzel bir soruydu. birinin yanındayken mutlu olabilirsin ama ya yanında değilken?
sonra bir yerlerde beni tanıyan insanlar var. artık görüşemediğimiz, görüşmediğimiz falan. cansu birisi için aklımda derse onu kalbinde önemli bi yere koymuştur.
hala küçük bir kız çocuğuyum pek çok açıdan. bir tek ben anlayamıyorum, söylenen cümlelerin sırf benim için söylendiğini ve aslında ne kadar da içi boş olduğunu.
bugün bang bang günü. ufizy'de dönüp duruyor.
he would always laugh and say
remember when we used to play
bugün ilahi adaletin çok sert bir biçimde kendisini göstermesi gibi bir cümle kurduğumu söylemek zorunda hissediyorum kendimi. bu hayatta manyaklar bol.
bok yediğimi hissediyorum. kısa ve öz olarak anlatmak istediğim budur.

8 Ocak 2011

değişim kokan zamanlar

blogum bu bol pembe ve beyaz haliyle pek güzel olmadı biliyorum. ancak uzun zamandır var olan kafamdaki değişiklik fikri işe giriştiğimde sabırlı olmamı sağlayamıyor ne yazık ki. dilara'nın flickr için bulduğu eklenti artık kesinlikle değiştirmem gerek dedirtti ve çıkan sonuç budur.
bugün ablayla sinema. sonra ailecek alışveriş günü.
sizlere yasemin mori konserine gittiğimiz günü anlatmak istiyorum ama bugün yapamayacağım sanırım. sadece maddelense bile güzeldi aslında. 2010 sonrası ilk en güzel gün diye tanımladık hatta kendisini.

3 Ocak 2011

yıla yeni başlangıçlar; ajanda, hayaller, isyanlar

artık çok güzel bir ajandam olduğu için hiç bir şeyi unutmayacağımı umuyorum. çünkü bugün ilacımı içmeyi unuttum ve hiç de hayra alamet bir durum değil benim için. bir de unuttuğumu hatırlayıp, sonra tekrardan unuttuğum bir şey var ki, daha bu yazıya başlarken aklımdaydı. tam olarak kafayı yedirebilecek bir durum olduğundan hastalığıma vermek istiyorum.
bazen canım sıkılacak gibi oluyor, gün içinde, boşluk anlarında. sonra düşünüyorum, yüzüm gülüyor anında.
iki haftada nasıl upper olunur? soruma öneriler bekliyorum. upper olmamın daha iyi olacağına karar verdim gibi.
burda biraz ateşli bir çıkış yaparak, ben metro insanıyım arkadaş! demek istiyorum. kafan rahat, insanlar üstüne üstüne gelmiyor ve deli gibi kitap okuyabiliyorsun. otobüs ruh sağlığıma tecavüz eden bir ulaşım türüdür.
yılbaşı hikayeleri çok korkunç bu yıl. o gece evde olduğuma hatta erkenden uyuduğuma sevinebilirim neredeyse. yok ya da sevinemem. bu sözlerimle de kendimi avutmaya çalışıyorum ancak.
işte öyle.

1 Ocak 2011

2011 geldi. bir süre tarih atarken yıl hanesine 2010 yazıp boşa kağıt harcayacağım. sonra sanki hep 2011'miş gibi yaşanılacak falan filan.
filmlerde sık sık karşılaştığımız bir sürü şey var ya. hani bir yerden sonra artık sıkan. onlar hayatta başımıza geldi mi çok güzel oluyorlar aslında.
üç aylık ayrılığımız sonunda ablam eve dönecek yarın. arada kendisini çok fazla hissettiren o özlem, yarın onu görünce en şiddetli fırtınayı yaratıp geçecek.
bu kaçıncı bilmiyorum ama hastayım. haftasonum daima yatakta, oblomov ve bolca uykuyla geçecek gibime geliyor.