29 Haziran 2009
kısacık bir mola
25 Haziran 2009
geride kalmak
22 Haziran 2009
tespit
Görmek
.bmp)
Üzerine yazmaktan vazgeçilmeyecek mekanlar hep olacaktır sanırım. Malzemeleri asla bitmeyen... Bitmeyecek olan... Sınırlı sonsuzlukların en sınırsızı olan mekanlar. AŞTİ bunlardan sadece birisi. İnsanların yüzlerine bakıp onları incelemek ve anlamaya çalışmak vazgeçilmezse eğer, daha doğru bir yer olamaz. Ufak bir boş bulunmaya, bir yorgunluk belirtisine çeşit çeşit anlamlar yüklemek, onlara hiç bir zaman yazılmayacak hikayeler düşlemek... Tarif edilemez bir keyifle gülümsemeye sebep oluyor. Bir yandan da buruk olan bir gülümsemeye. Çünkü bir kez bile olsa yandıysa insanın canı, başkalarınınkinin nasıl acıdığını tahmin edebiliyorsun. Acıyı düşünmek, başkasının olsa da gelip dokunuyor hassas bir yerlere. Belki çok gereksiz bir davranış belki sadece acımaya yer aramakla ilgili.
İnsanlar gidiyor akın akın, gelenler kadar. Bu kadar çok gidip gelişimiz hiç bir yeri yer yurt edinemeyişimizle mi ilgili? Hayatın bize yüklediklerini yaşamaktan başka yol bulamayıp sorumluluk yüzünden gitmek ve gelmek değil mi yoksa yaptığımız? Çok büyük keyifle gidilen bir yerden buruk dönmek doğru yerde olmadığımızı göstermez mi? Ya da sadece kan bağıyla bağlı olduğumuz ama aslında hiç tanımadığımız birinin sözüne gitmek sadece bir zorunluluk değil mi? Peki bunu bile bile gitmek ne kadar samimi kılıyor bizi? Evet farkındayım zaten çok az zaman gerçekten samimiyken bu cümleyi kurmak da büyük bir samimiyetsizlik. Ama elimden başka türlüsü gelmiyor. Kafamı bu ve bunun gibi onlarca soru dolduruyor. Sorgulayarak yaşamak insanı bir kat daha yoruyor. Yine de kendi yaşadıklarını sorgulayıp işin içinden çıkamamaktansa başka şeylere yönelmek hafifletiyor oluşan baskıyı.
Binlerce hikaye yaşanıyor. Ne kadar insan varsa o kadar hikaye. Düşününce aklın almayacağı kadar çok. Altında neler olduğunu düşünmeden boş boş bakıyoruz çoğu zaman gözlere. Buğulularını gördük mü 'kesin değmeyen bir şeye ağlıyor.' diyoruz, yaşadıklarımıza dayanarak. Yaşarken aynı şeyi yapmış olduğumuzu bir kenara itiyor ve bu yüzden küçük görüyoruz gördüklerimizi. İkiyüzlülük diye düşünüyor insan en başta, değil halbuki. Unutmazsak çıldırırdık çünkü. Unutmak en büyük ilaç. Zamana dayanan bu yüzden etkisini çok zor gösteren bir ilaç. Zaman bazı konularda çok hızlı bazılarında yavaş. Çelişkilere dayanıyor her şey. Bu yüzden belki de elimizi attığımız ne varsa karman çorman olması. Bu yüzden açmaya çalıştıkça iyice dolanması ve yine bu yüzden tam açtım derken küçük de olsa bir kördüğüme rastlamak. Sonunda onunla yaşamaya alışmak.
Babam ve Oğlum'da derdi kadın, zamanında aşık olduğu adama içi parçalanarak ve içimizi parçalayarak, alışılmaz mı ya alışılıyor diye. Ne varsa kanıksıyoruz. Ve bizden çok önce başlamış oyunu zorlukla kanaya kanaya öğreniyor, istesek de istemesek de kurullarına göre oynuyoruz. Bütüne kendi küçük hikayemizle kıyıdan köşeden dahil olmaya çalışıyoruz en açık ifadeyle...
18 Haziran 2009
aman yarabbi!!
15 Haziran 2009
kaçış
11 Haziran 2009
zamana bir süre mola
Boğazımda düğümlenir adın
Birazdan güneş batar
Martıların doymak bilmez çığlıkları
İçimde durmak bilmeyen açlık: sen çığlıkları
Kısa sürüyor günler sensiz
Tepede yeşil koruluk korunuyor insandan
Uzaktan kalbim gibi duruyor; korunuyor insandan
Uzaktan bakınca sanki yaşamak güzel
İçime sormam içime sormam, soramam
Yeniköyde evim
Eski köye yeni adet
Bir sevgilim var benim;
Düşlerimden ibaret
9 Haziran 2009
bu ne heyecan??
7 Haziran 2009
bir sahne var aklımda...
kötü olan her şeye rağmen en güzel şenliğim geride kaldı. ve düşününce sanatçıların etkisinin yanında benimle ilgili olan çok büyük değişimler var işin içinde. çünkü "o olmadan hiç bir şeyin tadı tuzu olmaz." denen durumun aslının olmadığını kesin olarak anladım.
yaza dair istediğim bir şey var yakın zamandan beri. kendi kendime ve çevremdekilere durmadan söyleyip duruyorum. ne kadar çok söylersem o kadar ciddi yapacağım bu işi sanırım. kafamda her ne varsa; belirsiz, çok kötü, çok iyi hepsini normal bir yere oturtmaya kararlıyım bu yaz. önümüzdeki yıl önemli ve çok yorucu çünkü. şimdiden halletmeliyim beni yoracak, ruhumun üzerine ağırlık yapacak olan bildiğim her ne varsa.
ve fark ediyorum, yaza hep çok fazla anlam yüklüyorum.
3 Haziran 2009
3 haziran 2009
arkada haziranda ölmek zor çalarak başlayan ve öyle süren bir gün. yağmura rağmen hep ertelenenlerin yapıldığı gün. yağmur yüzünden bir şeylerin ertelendiği gün. geçmişe bakanlar yüzünden geçmişe dönüp bakılan gün. kokoreçle tanışılan gün.
bir de saman sarısı...
bu sıralar şarkılar beni ilkinde değil de daha sonraki dinleyişlerimde etkiliyor. uçurtmalarda da öyle oldu. kendimi bulmaya yer mi arıyordum bilmiyorum ama evet bu şarkıda buldum.
bir de özlem kırmızısı...
konur'un hali yüreklerimizi ağzımıza getirir durumda. bize kalmış yerlerin savaşı... nereye varacak, nelere gebe? düşündürüyor.
demek ki göçtü usta...
Nazım'ı düşünüyorum. ciddi anlamda aşığım kendisine. filmlerde vardır ya, arada bir gelen ama gelmesi yeten aşıklar, aynen onlardan. tüm eserlerine elimi attığım zamanlarda benliğimi dolduruyor.
kaldı yürek sızısı...
haziranda ölmek zor...
uçurtmalar
en sevdiği kelime "asi"
en sevdiği oyun incitmek beni
hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
zamanı, yaralarla ölçen kadın
geçmişiyle kavgalı
gündüz isyankar
geceleri tanrı’ya sığınan kız çocuğu
kırdığı kalpleri dizmiş ipe
gene en büyük zararı kendine
en sevdiği ses, çocuk sesi
güneşli, billur, neşeli/ oysa, yıllar var ki kendi
anne olmayı istememiş
çekip gidebilmek için bir gün
geride ekmek kırıntıları bırakarak
kuşlar yesin diye ayak izlerini
kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası
sevişirken taşkın bir nehir
öpüşürken kor bir alev
uykusunda melek gibi masum
bakmaya kıyamadığım
kaç gece göğsünde uyuduğum
ama beraber uyanamadığım kadın
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
her hasretten sonra
başka başka sevdaların kollarında
yemin etmişken bir daha konuşmamaya
gene bulup birbirimizi
sabahı olmayan gecelerde
aldatma pahasına sevdiklerimizi
ağlayarak seviştiğim kadın
senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
elif şafak
2 Haziran 2009
bir dönemi daha kapatırken
-artık okula bu kadar erken gelmemize gerek olmayacak.
-uzun bir süre şu gömleği bir daha giymeyeceğim.
-durmaksızın kitap okuyabileceğim.(en sevdiğim.)
hararet
yeni bir başlangıçtı ihtiyacımız olan. yeni bir soluk. ölümle geldi. ölüm eksiltemediği kadar çok şey bindirdi üzerimize. birden her şey daha farklı gelmeye başladı. nereye baksak ölümün o acı kokan rengini gördük.
kapıları kapattık, kendimizi bir köşeye çektik. hıçkırıkların sesi kapıya rağmen çınladı içimizde. belki de tek istediğimiz ölümün yüzüne kapıyı kapatabilmekti. er geç gelecek ve hiç gitmeyecek misafiri mümkün olduğunca sonra görmek istedik.
kaçamadık, içine düştüğümüz girdaptan kaçamadık. hep küçük ölümler yaşadık. en büyüğüne doğru adım adım yaklaştık.
yakışmadı geride kalanlara. kimsesizlik ve çokluk hissi bir arada bulunmamalıydı.