26 Aralık 2010

hayat bana güzel olabilir aslında.

22 Aralık 2010

come here

http://fizy.com/#s/1dcj9j

mid-term sonrası miskinlik günleri.
kitaplar ve filmler.
artık anlamı olmadığını dillendirdim, keyifliydi.
kütüphane huzurunun bir başka olduğunu gün geçtikçe daha çok insanla konuşuyorum, herkes farkında bu durumun.
aşık olmamak için saçma hedeflerim var.
sezgiye kötüyüm dedikçe kötülersin derken geçmişe baktım. değiştiğimi, artık canımı daha az sıktığımı fark ettim.
ve bu şarkıda durmaksızın dans etmek istiyorum.
bütün bunlar bir süredir olanlar.
huzur.

5 Aralık 2010

5 aralık 2010

nazım hikmet'in 3 yıl boyunca yazdığı şiirlerinin olduğu el yazısı defteri 22bin liraya satılamamış. tamam sana bana çok ama, oralarda tın tın gezen teyzelerin amcaların aklı nerdeymiş anlam veremedim ve hatta sinirlendim. hatta defteri gösterirken ölümüne ovkalayan kadına da ayırca kılım.
bugün antika pazarına gittik. umduğumuzdan güzel ve çeşitliydi. bu yüzden de şaşkın ve mutluyduk. ben kendime bir tane dolma kalem aldım, eve gelince mürekkebi ne işe yarıyor ki diye attığımı hatırladım. böyle de bir insanım işte.
günün en güzel yanıysa artık fotoğraf makinem olmasıdır. hatta bu son zamanların en güzel durumu bile olabilir. mutluyum, umutluyum.
ve bir de! dilaraa! nice yıllara. kutlanabilecek her yerden kutlamayı deniyormuşum gibi oldu bu da.

3 Aralık 2010

sihir değil mi?

dün film yıkamıştık bildiğiniz gibi bugünse fotoğrafın kağıtta oluşmasına tanıklık ettik. ben nerde huzurlusun sorusunu yeterli bulurdum her şey için, ama bu hem heyecanlı hem gergin hem huzurlu hem de mutlu olabiliyor. yıllar önce fotoğraf çekmeliyim diyip onu bu zamana kadar yapmamış olmak acaba boş bir takıntı mı diye düşündürüyordu biraz. artık olmam gereken yerdeyim diyebiliyorum.
bir de anneyle oturup dizi izlemem sebebiyle gözlemim: gönülçelen adlı dizide pariste yapılan çekimler diğerlerine oranla öyle kaliteli duruyor ki insan ne yapmak istemişler diye düşünüyor.

2 Aralık 2010

karanlıktan aydınlığa

işi -enstantane ve diyafram- kapmışız çağdaş öyle dedi. hayatımıza yeni renkler giriyor ya çağdaş siyahla beyazı kaptı ki onlar da hayatımızda büyük bir yer edecek gibi duruyor ve karanlıkta becerikli. şu an çok alakasız iki cümleyi birleştirdiğimin farkındayım. bunu bana düşündürense ingilizcede yaptıklarımız.
bugün hızlıca bir makara film çekmem sonrasında karanlık odada beş kişi saçmalarken, işi yapmaya çalışmamız ve küçük ellerin bunun için pek de biçilmiş kaftan olmaması. dilara bitirdiğinde benim daha çok yolumun olması. ilk makaralarımızı dilara ile birlikte yıkamamız, tarihin belki de akılda kalacak olması. gelenekselleştirmeye olan derin merakım.
ve her şeye rağmen aydınlık, zamanın önem kazanması.
sonra filmi asıyorsun. bakıyorsun ki her şey orda. zamanı durdurmak dedikleri bu olabilir. hatıralara takılıp kalmaktan kurtulmanın sırrı olabilir. onları bir yere hapsediyorsun çünkü.
biliyorum bizim yaşadığımız hayat değil ama yine de kenarından köşesinden tutuyoruz işte.

1 Aralık 2010

sadece giriş

adı nedir diye düşündüm aklıma hiç bir isim gelmedi.
beni yalnız bırakın, biraz da canımı sıkın ve mimarlıktan a1' e kadar yalnız yürüyor olayım böyle şeyleri her daim düşünebilirim.
bildiğim hiç bir isim onu tasvir edemedi.
kendimi yavaş yavaş büyüleyebilirim. kendimi yavaş yavaş zehirleyebilirim.
aslında onun hiç bir şey olduğunu bile bile..

böyle bir şeyler karaladım devamı gelmedi.
ve yine de devamı yok diye unutmak istemedim.

30 Kasım 2010

mektup

şimdi ben biliyorum ki her yanım kıpkırmızı oldu. ateş gelip göğüslerimin üzerine oturdu. kızgın olabilmek isterdim ama ölesiye kırgınım. muhtemelen sen de. öyle bir geçer zamanki'ye ağlarmış gibi ağlayamıyorum bu sefer. dizide ağlanacak bir şey yok çünkü.
sadece "kimsem yok." dediğimde... bencillik mi yapıyorum? muhtemelen. ama yine de sen anlardın. ve ben ilk kez uzakta olmanın çaresizliğini bu kadar derinden yaşadım, çırpınamayacak kadar derinden. özür dilerim..

düşündüren garip olaylar silsilesi


dün savaş hoca bizi okulda ziyaret etti, geçen yıl daha sınava bile girmemişken söz vermişti geleceğine. bir araya gelip millete nispet yapma gereği duyan herkes gibi toplu fotoğraf olsun istedik ve yan masaya sorduk ki barbaros şansal (soyadını ve işini yaptığım araştırma sonucu öğrendim) atlayıp fotoğrafımızı çekti. hemen arkasından da "benim makinemle de!" diyerek gruba katıldı. yani artık kendisiyle çekilmiş birkaç fotoğrafa sahibim. hani aslında sana kalsa hiç tanımayacağın insanlarla vakit geçirmek durumunda kalırsın ya okul, dersane yüzünden işte o fotoğraf bunu zaten belirtecekti ancak bu şekilde tam bir tezatlar yığını oldu. elime geçtiği anda yayınlamayı bile düşünüyorum.
sonra eskişehir yolundaki trafiği, eve giderken sıkıntıdan bayılabileceğimi düşünürken birden akşam da batıkent otobüsü olduğunu fark ettim ve mutlu bir biçimde trafiğe takılmadan evime ulaştım. günde iki kez otobüs seferi artık durağına gelince kafamı kaldırdığım abimizi görmem açısından da pek bir tatlıydı.
son olarak hala fotoğraf çekememiş olmak uykularımı kaçırıyor artık. çok sinirliyim çok!
başlık için; silsile kelimesi de sevdiğim kelimeler arasındaymış bunu fark ettim.

29 Kasım 2010

kitap ve fotoğraf

gördüğüm her kitaba açgözlüce saldırmam başta takdir edilesi olabilirdi ama artık sevimsizleşti bence. dilara'dan oblomov'u almam, evde bir sürü okumadığım kitap olması durumlarının yanı sıra bugün kütüphaneden -ve durgun akardı don-u aldım sarp bütün ciltleri bir çırpıda okuduğu için. hala nazım'ı bitirebilmiş değilim işin kötüsü.

hala adam gibi bir makine ayarlayamadım ve artık histerik bir sıkıntıya dönüştü bu durum bende. bu gidişe bir dur demek lazım, baba duy beni!

24 Kasım 2010

1 sarp 2 nazım

bugün sarpla okulumuz kütüphanesinde kitap süresi uzatma, tuvalet arama, kırmızı koltuklarda oturup kitap okuma gibi pek çok eylemi gerçekleştirdik. kütüphane huzurlu bir ortam bir de kucağımda nazım'ı anlatan bir şeyler varsa yeme de yanında yat.
daha sonrasında nazım hocaya bir paket sakızla erken bir öğretmenler günü kutlaması yaptım. bizi camdan gören dedektif nazım sarp'ın kim olduğunu sorsa da beklediği cevabı alamadı. sonrasında kitapça'da çay içerken kulağımı çekti bir miktar.
bütün bunların dışında fotoğraf makinesi için beni yıllardır bir şekilde oyalayan, bu işi erteleyen babama olan öfkemi artık kontrol edemediğimi hissediyorum. yapacağım tek bir şey var ama onu da takan yok pek fazla.
böyle işte, öyle bir geçer zamanki'nin gözyaşları hala kurumadı bir de.

22 Kasım 2010

blog blog, nazlı blog!

bloga bir sürü yeni şey yapmak istiyor ancak üşengeçlik ve çabuk bıkmak gibi huylarım yüzünden cesaret edemiyorum. misal sevgili dilaradan özendiğim gibi 3-4 sayfam olsun böylece küçük alana bir sürü şey sıkıştırmıyım istiyorum. e öyle olunca daha bi sürü şey yapmak istiyorum. istiyorum istiyorum da ne olacak böyle a dostlar?
bu yazıdaki acayip tavırdan da ne kadar sıkıldığımı anlayabilirsiniz mesela.

13 Kasım 2010

sinirliyim biraz bu aralar

tatil 9 gün derken, ispanya işi babam sayesinde yatmışken bana manisa yolları göründü. havasından mıdır bilmem orda insanlar başka oluyor. elaleme bok atmıyorum sadece, inanın ben de bir başka oluyorum.
bugün babamla fotoğraf makinesi bakarken filmli makinelere giydiren, "benim bilgime ulaşmak için amerikayı yeniden mi keşfedeceksin?" diyen amcaya selam olsun. gündüz gündüz, cumartesi cumartesi üzerine düşmeyen muhabbet yaparak keyfimizi kaçırdı. bu gezintimiz sırasında daha önce sadece fotoğraflarına bakabildiğim bir sürü makineyi elime aldım, kurcaladım ve "her şeyden önce makinenizi sevin" kısmı için a1 den başkasının gönlümde olmadığını anladım.
mid-term için "sınavı gergin çözdüm ve bu yüzden kötü bir sınavdı." deyip durmuştum. bunun sonucunda 91 almak ciddi tepki topladı malesef.
kaanlı bir gün olarak dünü gösteriyor ve onun bizim geleceğimizle ilgili bütün planlarımızı yerle bir etmesine olan öfkemi dile getiriyorum.
bu dünyadan nazım geçti' ye başladım metroda dönerken ve karşımda oturanların yüzümden okudukları ifadelerden ne anlam çıkarttıklarını bilemiyorum. aslında çıkabilecek anlam benim nazıma olan aşkımdır ancak kitap kaplı olduğu için bunu kimse anlayamadı.
beyoğlu öyküleri' ni bitirdim. semih gümüş derlemiş. bir iki öyküsü çok hoşuma gitmese de, istanbul özlemini kabartan bir okuma oldu.
şimdilik bu kadar sanırım, hoşçakalın.

9 Kasım 2010

"zaman inanılmaz bir hızlı geçer"

her şeyin yerine oturduğunu hissediyorum iki gündür. belki de tek sebep oturup adam gibi kitap okumuş olmamdır. ya da dilara ile adilhan gezintilerimizin sonuncusunda aldığım "mucizeler dükkanı"na ilk kez gerçekten alıcı gözle bakmış olmamdır. ya da belki kaan cuma günü geleceği ve biz cuma günü görüşeceğimiz içindir. her görüşmemiz aynı zamanda bir veda, çok uzun zamanlı bir veda oluyor ya orası kötü. ama bu sefer, umarım bu sefer benimle lunaparka gelir de dönme dolaba biner.
bütün bunların dışında sarpla yaşadığımız otostop macerasını yaşandığı gün gelip yazmak istedim. ancak fark ettim ki eğer yazma niyetiyle gelip önce izlediğim bloglara bakarsam yazasım kalmıyor. o gün de aynen bu oldu.
bugünse öyle yapmadan yazıyorum.
seyithanla emniyet müdürlüğünde ehliyet alma mecaramız çok acayipti. eli kelepçeli abilerin arasından geçmemiz, raporda gözlük yazmıyor denince taksilere atlayıp sağlık ocağı aramamız, sonunda benim çıkar gözlüğünü bir de öyle gidelim dememi denememiz. ve evet, artık bir ehliyeti var diyebiliriz. ve tabi söylemesine rağmen rapora gözlük konusunu eklemeyen doktor belki de saydıklarımızdan fazlasını hak ediyorsun. bir de seyithanın işi olmasaydı (biliyorum işi olmasa böyle acayip bir gün olmazdı.) bir kahve içebilirdik. ben çok istedim hatta içimde bile kalmış olabilir.
bir de eve geç kalacağım diye 17.20de dilara ile sinemaya gitmeme sıcak bakmayan anneye kızgınım.
gitsin kundera gelsin camus diyor, yeni sevgililere yelken açıyorum. sevgiler!

27 Ekim 2010

içimdekileri yazıya dökersem her şey çok gerçek olacak sanki.
ben iki gündür, ciddi bir biçimde, "gözlerin" dinliyorum.

23 Ekim 2010

gerginim, içim üşüyor, isteksizlik içimde yuvalanıyor.

18 Ekim 2010

sabahların anlamı

"Bu ülkede, insanlar sabahlara saygı göstermiyorlar. Uykularını bir balta vuruşuyla kesen bir çalar saatle kendilerini kabaca uyandırtıyorlar ve hemen uğursuz bir aceleciliğe bırakıyorlar kendilerini. Böylesi şiddet hareketiyle başlayan bir günün devamının nasıl olabileceğini bana söyleyebilir misiniz? Çalar saatlerinin her gün küçük bir elektrik şoku geçirttiği bu insanların başına ne gelebilir? Her gün şiddete alışıyorlar ve her gün zevki unutuyorlar. Bir insanın yaradılışını oluşturan, inanın bana, bu sabahlardır."
Milan Kundera
Ayrılık Valsi' nden

9 Ekim 2010

açıklayamamak

çok nadir geliyorum buraya farkındayım.
içimdeki bir şeyleri kaçırıyor olma duygusunun tavan yaptığını ve bunu blogger ziyaretlerimde bile hissettiğimi geveleyebilirim.
yine de bütün bunlar açıklayabileceğim şeyler.
açıklayamayacaklarım çok daha sinir bozucu.
sarp' ın sorduğu "neden bu kadar gerginsin?" sorusu.
gece yatağa girince hıçkıra hıçkıra ağlamış olmam.
evet bunları açıklayamam.
sırtımı sıcağa dayayıp günlerce kitap okuma isteğinin büyüklüğü.
ve engellerin ondan daha büyük olması.
hazırlıkta odtünün odtü gibi olmaması.
daha pek çoğu...
özlediklerim, beklediklerim.
kaan hep der ya, hayat çok acımasız diye.
lise hayatımız bütün bizans oyunlarına rağmen avutucu bir şeyler mi içeriyormuş?
hepsi yeni bir ortama girmekle ve olman gereken yerde değilmişsin gibi hissetmekle ilgilidir belki de.
bilmiyorum.

2 Ekim 2010

geçip giden zamanları...

aslında bundan bir kaç gün önce de gelip yazmaya çalışmıştım, yıllar sonra bloggerı açtığımdan girmiştim konuya. ama devamı gelmedi.
çünkü her ne kadar okul başlasa ve meşgul olmaya başlasak da yine de tam bir düzen içinde değil her şey.
o gün yazmaya çalıştığımda dilara ile buluşmuştuk ve teyze, ablanın gitmesi gibi oyalayıcı şeyler olmasa gerçekten sonu gelecek ve eğlenceli bir yazı bile olacaktı.


bugünse öncelikle seyithan' la tiyatroya gittik. vahşet tanrısı. istanbul devlet tiyatrosu oyunu. ilk gördüğümüz an buna bilet almalıyız diye atlamıştık bu oyuna. konusuna pek bakmadan sırf oyuncuları için bir de istanbul dt için. ve pişman da olmadık bence. ve seyithan teşekkür ederim!
sonrasında ise dilara ve yunus' a haberli baskında bulunduk. ingilizceden ve seyithan' ın bölüm maceralarından konuştuk.
final olarak tespitim eğer bir işi seviyorsanız daha ilk günden üzerinize yığılan yükler umut kırmaz. ve 1 metrelik t cetveli bulmak zor bir iştir. hepsi için seyithan' a bir teşekkür daha. ve aslında yemeyi de yapmayı da severim.
ha bir de evet bir mirkelam vardı.

15 Eylül 2010

tesadüfi yetenekler silsilesi

güzel bir günün ardından, insanın gelip yazacakları olması kadar güzel başka ne olabilir merak ediyorum?
gecenin bir yarısı söylemiştim, dilara ile kitap ciltleme sanatına el atacağız diye. onun iki oğuz atay' ını ciltlemekle kalmadık bir de sıfırdan defterler yapıp bunları ciltledik. defterlerin biri bana biriyse seyithan' a.
seyithan' ın, bizim muhteşem defterimiz için burası yamuk burası kabarık gibi yorumlar yapması halinde kafasında bir şeyler paralama ihtimalimiz çok yüksek, tahmin edeceğiniz gibi. ancak gördüğü zaman çok mutlu olacağını ve bizi çok seveceğini düşünüyoruz.
bilen bilir, dilara ile her türlü ayrılığa, sona dayanan ve odtü' ye kadar uzanacak olan bir arkadaşlığımız var. ve bunca zamandır beraberken güzel yaptığımız pek çok şey vardı. bugün bunlara bir yenisini daha ekledik. ikimizin de düşüncesi bu işin pek de kolay olmayacağı yönündeydi. ancak içimize kaçan saçma sapan bir enerjiyle dümdüz çizgiler çizdik, mukavvalar kestik, bunları gereken yerlere oturttuk... daha neler neler. anlayacağınız bol tutkallı, maket bıçaklı ve kırmızı bir gündü bu. aşağıdaysa, seçtiğimiz kabın güzelliği flaş sebebiyle görünmez olmuş olsa da , bugünün meyveleri.


sevgili dilara tasarı galaksisinde kitap ciltlemek!' in üstünü de çizebilecek böylelikle.

düşünceler, planlar ve gerçekler


dexter, sırlarını paylaştığı kim varsa öldürdü, izlediğim yere kadar. gerçek olmasa da mecazi anlamda, izleyen kimseyi düşünmeye itmiyor mu bu durum? yoksa çevremizdeki insan sayısını zamanla en aza indirmemizi buna eşleştirecek kadar deli olan bir tek ben miyim?
günün ilerleyen saatlerinde ki 6 saat sonra uyanmam gerekiyor, dilara' yla kitap ciltleme sanatına el atıp, disko topu yapmaya uygun top arayacağız.
bir de bir şeyleri son olduğunu bilerek yapmakla ilgili sorunlarım var. vedalarla dolu günlerde anladığım en önemli şey bu. beklentiler düşük olmalı.
ve evet ben uyumalıyım.

13 Eylül 2010

senaristin zor anları

"hayatın hiç ilerlemeyen diziler gibi. üç ay izleme kaldığın yerden devam edebilirsin." bu durum artık benim de canımı çok fazla sıkıyor.
dilara ile hayatımızdan tamamen çıkmasını, bizden uzakta olmasını, canımızı sıkmamasını istediğimiz insanlara dair bir liste yaptık. ve listemdeki isimlerin üçte ikisiyle yüz yüze bakma ihtimalim var. bu da dizinin ilerlemez taraflarından biri sanırım.
aklı başında olan herhangi biri kafamı başka bir yere çevirmemi öğütleyebilir. ancak bunu ne kadar yapabiliyorum, ne kadar yapabilirim hiç bilmiyorum.

12 Eylül 2010

in treatment

bu görüntüyle başlangıç yapmak yani uzun bir süreden sonra yazıyor olmak ne ruh halime ne de yaşananlara uygun değil. ancak görüntü güzel, kendileri odamda olsa nasıl olur acaba? dediğim şey.
doktor olmamamın içimde kalacak olan tek yanının psikiyatrist olamayacak olmam olduğunu söyledim geçenlerde. in treatment izlemeye başlamamsa bu içte kalmışlığa tuz biber ekti. sadece konuşarak ve sınırlı sayıda mekanla bir dizi çekiyor olmak zor bir karar olsa gerek ancak hastaların ikisinde hissettiğim irvin yalom kokusu dışında bence gayet iyi gidiyor.


ve ilk kez, böyle bir konuda, istediğime şöyle böyle ulaşmak yolunda adım atıp açık öğretimden psikoloji okuma planlarına başladım. eğer üşenmezsem ya da gözüm korkmazsa içine atılacağım bir macera olacak bu.
bir de dizinin beni sarması ve merakım sebebiyle sevgili kaan' ı kendi hayallerime itelemek planı içerisindeyim. başarı ne derece gerçekleşir bilemesem de denemeye değecek bir hamle.

7 Eylül 2010

geriye kalanlardan

yüzüme tebessüm oturtan bir gündü tek kelimeyle.
önce, uzun zaman sonra metincan' la, bir yerden başlayıp yine ordan bitirmeyi yaşadık. sahi biz kütüphanede saat 10' a kadar çalışırdık bir zamanlar. şimdi bağlasalar durmam diyorum gözüm kapalı.
sonra seyithan' la konuşmalar. hayat güzel demesi yüzümü gülümsetiyor. birinin bana bunu demesine ihtiyacım var, bunu düşündüğümü fark etmek için belki de. bir de kendisi ailemi fazlasıyla biliyor ki normalde pek yapmadığım şey bu.
dilara tatile doğru gidiyor. bir hafta boyunca da tatilde olacak. onun bu tatili bana zamanın hızını gösteriyor. daha geçen yıl uzakta bile olsa kopamadığını ve özlediğini yazmıştı. gene özleyecek muhakkak. bu ara ne kadar çok imreniyorum onlara. sahi ben geçen yıldan bu yana nereye gelebildim?
kaan gidecek. gidip gelmek için kartlara başvurması kadar gerçek artık gitmesi. bir de bugün kendisine zaafım olduğunu kabul ettim. ama belki de elime yüzüme bulaştırmadım kısmı çok gerçekçi değildi.

6 Eylül 2010

suskunluk

yazacak bir şeylerim olsun isterdim.

çünkü ne okula kaydolmak ne bölüm hakkında biraz olsun dedikodu yapabiliyor hale gelmek yazılmıyor. günlerdir elle tutulur olarak tek yaptığım bu halbuki.

babayla ilgili de bir şeyler yazmak istiyorum. ama o da fazlaca sarsıcı etkisi sebebiyle öylece bekleyecek ve bekleyecek sanırım.





dün bir süredir izlemek niyetinde olduğum big fish' i izledim. çok hikaye anlattığı için hikaye haline gelmek fikri güzeldi. film güzeldi.



















bir de erken kalkıp elime kitap aldım. puslu kıtalar atlası' nı bitirdim. farklı tarzıyla beklenmedik bir biçimde sardı tek kelimeyle. okumadan ölmediğim için mutluyum.

30 Ağustos 2010

tespit

kendimle ilgili bir numaralı tespitimin kendime yazık ettiğim olduğunu itiraf ettim az önce. aslında bunu uzun uzun açıklayabilirdim ama düşününce radyo odtü dinlerken her şeye rağmen keyifli bir gece. uzatmaya gerek yok.

27 Ağustos 2010

güne başlarken




"Unutmanın acısı ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani er geç birini unutmaya mahkum olmanın kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vefasız kader."

oturup saatlerce kitap okumayalı uzun zaman olmuştu. şu anı huzurlu kılan şey tam olarak bu.

25 Ağustos 2010

kısa yoldan parayı bulma planları

fark ettim ki fotoğraf makinesi için araştırma yaparken bile mutlu oluyorum. halbuki bilinmeyen zamana yapılan bir araştırma. yine de yarı profesyonel bir makine alacaksak bu ne olmalı? sorusunun cevabını bilmek gerekiyor.
geleceğe dair planlarımızın bu tip şeyler üzerine kurulması kısa yoldan parayı bulma planları da yaptırıyor insana. her hafta iki iddaa kuponu doldursak? kazı kazan oynasak? ama 200 lira çıktığını sanıp yaşadığım mutluluk kısa sürdü. ve evet farkındayım sınavlarda gözetmenlik yapmak devede kulak kalıyor. yine de bunu da yapacağım.

23 Ağustos 2010

gecenin şarkısı

(kaan' dan)
ankara' da geceleri üşümeyi özlemiştik dedirtecek kadar soğuk bir gece. bense hep kışı özlüyorum zaten.

22 Ağustos 2010

hüzün, bir an koluma girer.


beni sabah sabah hüngür hüngür ağlatan, düşünmekten kaçtığım şeyi suyun yüzüne çıkartan şey tam olarak bu.
sadece, tarihi olduğundan bir ay ileri gösteren bir kağıt, kütüphanede aldığımız yüzlercesi gibi. ama pek çoğundan elime kalan ve gerçekten çok sevdiğim.

20 Ağustos 2010

anti-

sabah beni huzurlu kılan her ne varsa ben hepsini kovalıyorum bir şekilde. çünkü şimdi tam ters bir halde, içimde genişleyen bir karanlıkla boğuşuyorum.

içimde büyüyen karanlığa inat vermem gereken bazı kararları verip mesafeyi koydum sonunda. liseden sırf saçmalık yüzünden yanımda gelip sürüklenecek ve belki sonunda beni sürükleyecek şeyler istemediğimi biliyorum. biri simgesel olarak bir dönem haline gelebilir ama bu diğerlerinin yaptığı hataları örtmez. benim hatalarım mı? onlar 18 yaşımın anısı olarak bir süre yaşayacak ve sonra daha güzel ve daha kötülerine yer açmak için unutulacaklar.

günaydın!

bu aralar geceleri ve havanın aydınlandığı saatlerde fazlaca huzurlu oluyorum.

19 Ağustos 2010

19 Ağustos 2010

perdeyi havalandıracak kadar esinti var ve geceleri hafif bir dans hali alıyor beni. ankara sevilesi olma kararı aldı sanıyorum.
karar verdim bundan sonra kaliteli olmasalar da fotoğraflar çekip, buraya koyacağım. kaliteli günler için hazırlık olurlar diye düşünüyorum.
ve üniversiteye geçiyoruz ya biri bana hadi tangoya başlayalım dese bahtiyar olacağımı fark ettim.
bu gecenin şarkısı: this is the life (seyithan' dan)

v

kendi devrimimizi yapmaksa istediğimiz, "danssız bir devrim düşleyemeyiz."


çağrıştırdıkları bir yana bu 2009' un eylül ayından beri taslaklarda duruyormuş ve benim dans edesim vardı bu gece.

18 Ağustos 2010

sincap çeken bidonlu ramazan uykusu

dün gece fark ettim ki davulcumuz davul yerine bir bidon taşıyor. davulu olmadığındandır gibi yorumlar da gerçek olabilir. ama ben pratik zekaya yönelip hafifliği sebebiyle bunu tercih ettiğine inandırdım kendimi. sesine gelince uzaktan davul gibi, yakından bidon gibi. köpeklerin bu yıl çıldırıyor olmasının açıklaması da bidon olsa gerek?

not:rüyamı basan saldırgan sincaplardan sonra renksiz bir blog yaptım kendime. bir süre böyle idare edeceğim sanırım.

ne gece ama?!

ve gitmesi gereken bendim. kalması gerekense sen. gidiyorum demesi gereken bendim olanlardan sonra. şimdi böyle olmadığı için "hayır benim için bir yere gitmiyorsun." diyip çırpınıyorum kaan.
bugün yemekte dedin ya belki ben de seninle amerika' ya gelirim diye.
amerika' ya beraber gidelim mi?

istisna olmayı seviyorum!

ilhama ihtiyacım vardı ve bu başlığın bana bunu verdiğini düşünmüştüm ama yanılmışım. bir yandan renkli resimli bir yazı yazmak istiyorum. bir yandan da huzursuzluk simsiyah yapıyor her şeyi ve silmek istiyorum kelimelerimi. ama günlerin bu şekilde geçmesini istemiyorum ve adam akıllı bir şeyler yazmak zorundayım.

elimde olsaydı bazı insanları görmek istemezdim daha fazla. yıllarca daha. ve bazılarını da her gün daha fazla görmek isterdim. (seyithan' ın anlattığı korkunç uyku hikayesini buna uyarlayıp biraz huzur buldum tam şu anda.) istemediğim ot dibimde bitiyor ama? (bu dilara' ya)

istisna olma meselesiyse: ben beklenenin aksine katlanmadım ve fallara konu olmadım. ama 30 şubat' ın güzelliğine leke düşüren de yine benim saniyeler önce.

ne mi saçmalıyorum bunu net olarak anlayacak iki insan var. bir de üçüncüsü olacak ilerleyen saatlerde, istemiyorum ama olacak işte.

16 Ağustos 2010

itiraf

bir zamanlar önemli gelen şeylerin önemsiz gelmesi var bir.
bir de aslında önemli olabilecekken bazı şeyler yüzünden artık önemsenmeyenler. ve fark ediyorum ki; üzerinden biraz zaman geçince zamanında en derinden sarsan şeylere bile iyi ki olmuş diyorum. çünkü o şeyler yaşatanı geride bırakmamızı kolaylaştırıyor. bu aralar saldırıyorum ve bana saldırılmasına izin veriyorum. kolaylaşması için. yarın bakıp artık öfkelenmeden, iyi ki olmuş diyebilmek için.

13 Ağustos 2010

yerleştim


hayat burda geçecek!

11 Ağustos 2010

ingilişçe!

hazırlıkta iyi bir kurdan başlamayı kafaya koydum. dünya ingilizce çalışan beni bu sefer kaldırabilecek mi? bu sorunun cevabını merakla bekliyorum.

7 Ağustos 2010

tolstoy, kundera ve diğerleri

dilara' ya yazmayan ne olsun dedim ve sırf bu yüzden yazmakla ilgili sorunlarım var. yine de anlatmadan edemem.

sonunda aileler tanıştı ve ben dilara' da kalmayı başardım. her ne kadar dedikodu yapacağımız çevremiz kalmamış olsa da günü kurtaracak pek çok şey oldu!

öncelikle kitapsızlığıma çare olarak bir sürü kitap aldım dilara' dan. ramazanda evde kalma zorunluluğuna en iyi ilaç olacak aldıklarım.

akşam sitede dolaşmaya çıktığımızda deli gibi yağan yağmur altında el ele koştuk. milli kütüphane' yi renkli kılan anılar tazeleniyor bunu düşününce. eve kendimizi attığımızdaysa mary and max' i izledik, filmi buruk bir tebessüm diye tanımlayan ekşi sözlük yazarına katılıyorum tam olarak. ve pek tabi dilaranın tespiti; max' in hayatında renkli olan tek şey mary' di.


balkonda; yasemin mori ve şansımıza uzun zaman sonra serin bir gece. havayı dumana boğarken gözlerimiz yıldızları arıyor. aklımızdaki her şeye rağmen huzurlu bir an. uzun zaman sonra deliksiz uyuyoruz.

sabah kalktığımızda inception' un tanıtımı vardı televizyonda.
kahvaltı, karar...
2 seansına serpil teyzenin bırakmasına rağmen bilet sırası, salonu bulmak gibi aksilikler yüzünden 4 dakika geç kaldık. o 4 dakikanın gerginliğiyle filmin daha başından bu kadar aksiyonlu olmasına anlam veremediğimizden bir önceki seans bitmemiş biz sonunu izliyoruz düşüncesine kapıldık. dilara durmadan gözünü kapa derken 20. dakikaya yakın fark edebildik aslında doğru salonda doğru seansta olduğumuzu. bütün bunlara rağmen izlediğimize değdi inception.


akşamsa yine dilara' dan aldığım le herisson' u izledim. uzun zaman sonra izlediğim en iyi filmdi kesinlikle. ve anna karenina alıntılarıyla ayrı bir yeri var kalbimde.
hayal: bir kitap dolusu odada bir tek koltuk ve kucağında kedinle orada okumak.


bütün bunlara bakınca geçtiğimiz iki gün gerçekten güzeldi, bugünü renksiz kılacak kadar renkliydi. ve unutulmaması gereken, bu yüzden de yazılacak günlerdi.

4 Ağustos 2010

orda buluşamadıktan sonra

tercihlerimi verdim. artık odtü' ye kayda gitmeyi bekleyeceğim. bu sırada da, uzaklara niyetlenmiş arkadaşlarımı, dilara' yı ve kaan' ı bencilce görmek istiyorum. dilara' nın istanbul' a ulaşma ihtimalinin büyümesi sanki yenildiğim kalede gözden kaçmış bir nefes gibi. bir yandan da her okul çıkışı kitapça' ya koşmalarımın anısıyla hayal ettiğim belki yeni yerlerde yeni buluşmalar vardı. söylemeden edemeyeceğim bir burukluk sebebi.

2 Ağustos 2010

gardım düşüyor tutamıyorum

artık denizi olan her kentte her fotoğrafta her düşüncede gözlerim mi dolacak gerçekten? sınırımı zorluyorum, önce tercihleri vermeliyim sonrası yaşanacak her şeye rağmen değiştirilemez olacak çünkü.

30 Temmuz 2010

gelecek

yarın kaan' a ne diyeceğimi hiç bilmiyorum. ne olacağını da. geri kalan her şey gibi. ama bunca zamandır ağlarken fark ettiğim şey: ağlarken sarılacağım ya da sarılınca ağlayabileceğim birine olan ihtiyacımdı. ve bunu, söz konusu kişi kaan olunca yapabildiğimi biliyorum. sırf bu yüzden bile yarın özlemeye kısa bir mola.

hayatımın bundan sonraki 5 yılını odtü' nün güzelliğinde ve genetik' le boğuşurken geçirme kararı verdim. kimsenin benden beklemediği bir şey bu. benim içinse hep bir köşede duran ama dillendirmeye cesaret edemediğim ihtimaldi. gözümü karartan ankara' da kalacak olmak sanıyorum. zorunlulukla kapatıldığım kutuda açtığım hava deliği olacak belki de odtü. odtü ve içinde olmasını umduklarım.

ses-siz-lik

bu ara bilinçli ya da bilinçsiz olarak üzerimden attığım bütün kararlar yüzünden ağzımı açıp hiç bir şey söyleyemiyorum. içimde biriken ve bir çırpıda söyleyebileceğim her şey olduğu yerde duruyor. bunu başarıyor olmak güzel belki de yani susabilmek. çünkü aslında yapmam gereken bu. yine de...

27 Temmuz 2010

son durum

kafamın içindekiler o kadar dağınık ki toparlayamıyorum kelimelerimi. öyle olunca günlerdir bir şeyler yazıyor gibi yapıp öfkelenerek kapatıyorum bu sayfayı. oyalanacak bir şeyim varsa huzursuzluğumun farkına varmıyorum. bir süreliğine unutuyorum her şeyi.. ama gece bir neticedir' de ne söylüyorsa şair hepsi doğru. ve sanırım artık çırpınmaktan vazgeçiyorum: elimi biri tutacak mı diye düşünmeden çünkü uzun zaman sonra gerçek bir son bu yaşadığım.

22 Temmuz 2010

biliyorum anlattı!

gene çok boktan bir "kimseye söyleme" ağının içine düşmüşüm. sinirlendim akşam akşam. fark ettim ki sonradan karşısına çıkmasını istemediği konuşmalar yapmamalı insan.

20 Temmuz 2010

yaza dair güzellikler


sarpın "hadi gidelim" demesi üzerine adilhan' a gitmemiz sonra da "benim param yok olunca gelelim" demesiyle çıkmamız arasında geçen kısacık zamanda 30 şubatı aldım. eve gelip kitabı araştırmak için 30 şubat yazınca sadece o gün hakkında yazılanları okuyup kitabı aldığıma mutlu oldum. kitabın nasıl olduğunuysa okuyunca anlayacağım artık.

19 Temmuz 2010

cevaplar

kahramanın, ne olmak istiyorsun sorusuna verdiği cevap "çavdar tarlasında koşarlarken uçuruma yaklaşan çocukları tutmak"sa bu cevabın altında bulabileceklerimizin sayısı tahmin edemeyeceğimiz kadar çoktur bence.

yaz gecesi bunalımları

bir gün, "ankara' da kalırsan baban sana bu arabadan alacak" gibi bir vaatle karşı karşıya kalacağımı asla düşünmezdim. araba merakı olmayan bir dişiyim. şu aralar ehliyet almayı düşünmem ilerde yani gerektiğinde zamansızlıktan bunu yapamamaktan korkmam. bu cümle annemin gitmem konusundaki çaresizliğinin boyutlarını gösteriyor. ve ben de annemi gitme ihtimalime ağlarken gördükçe kötü oluyorum. yani hiç kimse kesin konuşmuyor ve herkes üzgün.

18 Temmuz 2010

bazı kitaplar elden çıkarılmamalı!

sözde dilara' ya her yerden çok uzaktadan bir şeyler gönderecektim, mutlu olsun diye. o kadar uzağım ki kendimden, şuur tam anlamıyla kapanıyor zaman zaman. yazıyorum ki yarın bir gün bugünlerdeki saçmalıklarımı anlayabileyim.

çöpçatanlık

her seferinde büyük bir hevesle yaptığım ve hep pişman olup bir daha asla dediğim. ama aslalar gerçekleşmiyor ve ben tekrar tekrar yapıyorum aynı şeyi. ilk başlarda duyduğum heyecan ve mutluluk zamanla yerini gerginlik ve acaba buna ben mi sebebim düşüncesine bırakıyor.

17 Temmuz 2010

umut kimin ekmeğiydi sahi?

bir bokluk olduğunu bile bile o kılavuza inanmayı seçtim. bir tarafım "yok lan" dese de, canım öyle sıkkındı ki gelip geçici bir mutluluk iyi olacaktı. çünkü zaten daha kötü olamazdı sonrası. yani şimdi. sanırım iyi hisler ellerini eteklerini çektiler üzerimden yine. ve sanırım evde olduğum her anımı aynı yerde geçirişim saklanma isteğimden. bu koltuğun üzerinde duran bir şey gibi. ve ne olacaksa olsun ben artık gidip kayıt yaptırdığım güne gelmek istiyorum. gerçekten çok sıkıldım.

16 Temmuz 2010

bu 'benim hayatım' değilmiş ki.

ne olacak çok merak ediyorum. daha geçen haftanın uykusuz' unu okumamışken bu haftanınkini almadım diye üzülüyorum. ne olacaksa olsun ama aşağıda telefonla konuşan annemin "önceden onu da yazarım diyordu, şimdi hiç, halbuki bilgisayarsız yer mi var?" konuşmalarının sinir bozuculuğunu atlatayım. evde kaldığım her saniye deliliğe bir adım daha yaklaşıyorum sanki.
yıllardır tek bir şey istiyordum. ve şimdi sırf ankara' da kalamam diye her şeyi elimin tersiyle itmem bekleniyor. ve ben sonunda burada kalacağıma, burada tıp okumayan biri olarak kalacağıma inanıyorum. erkek doğmak gerekmiş şu dünyada.

15 Temmuz 2010

bugün öğle tatiline kalmamak için koşuşum, akşamki bitkinliğim tatsız şeylerdi. ama yazacak güzel şeylerim de var!
dilara' yla uykusuzda oturup konuştuktan sonra ankara' nın o korkunç sıcağında bunaldık ve adilhan' a yönlendik. kitaplara bakıp, bu kitaba bu kadar verilmez yorumlarımızı yaparken, dilara eline onca yoksulluk varkeni alıverdi. normalde pek kolay bulunmuyor kendisi. hem de 5 liraydı. gerçekten de tam bir kısa günün karıydı bu.
okumam çok uzun sürse de berlin' de sanrıyı bitirdim. düşünmediğim bir sondu. fazlaca vurucu oldu bu yüzden. ve şu cümle içimde yer etti:
'kararlı ölüm düşüncesiyle şair, bu küçük mutluluk payını da nasıl korumayı bildi.' diyorsun kendi kendine. intiharından önce yazdığı mektuplar bu mutluluğun izlerini taşıyor işte. ölümün de verdiği bir mutluluk vardır; kuşkusuz kendi elinde tutuyorsan bu olasılığı.

12 Temmuz 2010

joker?

açılmayan fallar, gripinin hastalık yapıcı şarkısı: beş, artık yapış yapış olan yaz... devamlı yakınan bir kadın oldum gene. rahatlamaya ihtiyacım var kısa süre için.

tatil mi, tatil ne arar?

çok geç kalktığım ve sadece oturmakla geçirdiğim bir gün sonunda nasıl bu kadar yıpranmış olabileceğimi düşünüyorum. artık canımı sıkan şeyleri bilinçlice düşünmesem de rüyalarımda gördüklerim kimsenin hayal edemeyeceği cinsten. tutup gündüz gözüyle anlatmadığım o rüyalardır belki can sıkan.
bir de dilaraya gidemeyişim var tabi. gerçekten olması gerektiği gibi olacak bir tatile hazırlanmışken birden önü kesilebiliyor insanın. belki ilk anda ağızdan çıkınca kabullenmesi kolay olacak bir hayır zamanından çok sonra söylenince kabullenilemez oluyor. ve ben bunu ilk kez yaşamadım, muhtemelen son değildi.
bütün bunlara bakarak da tatilin son derece sevimsiz olacağını iyiden iyiye anlıyorum.

9 Temmuz 2010

bile bile lades

bir yerden sonra hepimiz tahammül sınırlarımızı yitiriyoruz. bu;
  • şimdiye kadarki öğrencilik hayatımda üç yıldı.
  • aile ile tatilde 5 gündü.
  • .....
bu sıralar tahammülsüzlüklerin biriktiği ve yolları tıkamaya çalıştığı yerdeyim. inatçıyım ve direniyorum. böyle yaparak daha mı çok batıyorum, bilmiyorum. bunların hepsini anladığımdaysa muhtemelen artık önemsemiyor olacağım.

bir de özledim. özlediğim; ankara mı, ordaki düzenim mi, yoksa tek başına yürüyebilme özgürlüm mü karar veremiyor sadece özlüyorum.

8 Temmuz 2010

ne yapmış sana onlar??

uykusuzluk, sivrisinekler ve yüzüme kapanan konuşmalar. ve önemsenmeyen sözcükler. ve günlerce dinlemiş olmama rağmen tek kelimesini bile hatırlayamadığım şarkılar. ve dinlemek için çıldırdığım halde dinleyemediğim şarkılar. ve, ve, ve, ve, ve, ve, ...
tek yapmak istediğim bütün kavgalarımdan soyunup bir kadeh şarabımla bir bankta oturmak. ve bir elimde devamlı yanan bir sigara olması. biri olmalı mı yanımda yoksa olmamalı mı bilmiyorum. sadece sanki her an gidecekmiş ama hiç gitmeyebilirmiş gibi oturmak istiyorum öylece. ben kendimi gitmek ya da kalmak benim elimdeymiş gibi kandırmak istiyorum.

4 Temmuz 2010

yazılarımın bazıları 2. tekil kişiyle başlayıp bitiyor ama ordaki "sen" genelde tek bir kişi olmuyor. bu yanlış mı?

başlık veda olunca

yok yok bir yere gittiğim yok.

veda

belki sözünü dinleyip yazmalıyım. çünkü haklısın kötü dönemlerde yazdıklarımı seviyorum. ama nefret kelimesini kullandım ya, nefretimi dökersem bir yazıya ve eğer seversem o yazıyı, onu okudukça o nefret yeniden dolar içime. o yüzden bugünlerde bütün yazımlarımı kırgın yazıyorum. okudukça kırgınlığım gelsin aklıma çünkü boyutu kimsenin anlayamayacağı kadar ve belki de herkese saçma gelecek kadar çok, ben bunu unutmak ya da kabullenmek istemiyorum. o gece makyajım var diye ağlamayışımı ve o makyajı sildiğimden beri her fırsatta ağlayışımı unutmak istemiyorum. ve bu duruma bir son vermek istiyorum. biliyorum ki bu en zor suskunluğum olacak. en kötüsüyse en korkunç olanıysa sesine soluğuna ihtiyacım olduğunu bile bile uzak olmak olacak. özür dilerim...

3 Temmuz 2010

son

lütfen artık ikiyüzlüce birbirimize yaklaşmayalım. en çirkin savaşımızı yapıyorsak buna uygun davranalım. belki böylesi daha az acıtır.

2 Temmuz 2010

bugünlere dair

yüzlerce karakter yazıp onlar üzerinde bolca uğraşınca ve yazdıkları için hala huzurlu olmayınca sinirleniyor insan.

1 Temmuz 2010

periyot kaç?

biri elimi bırakıyor sonra diğeri tutuyor. biri bırakıyor, diğeri tutuyor. nazım "kendine kötü gün dostu bul." diyor, bense "sanırım kötü gün dostu benim." diyorum. ama bir yerden sonra tam bir ahmak gibi hissediyorum.

30 Haziran 2010

sorular ve sorular

3.20' de uyuyor olmam mı iyiydi yoksa uyanık olmam mı? bu cevabını asla öğrenemeyeceğim bir soru.

bencillik

ben "bunu yapamadım." dediğimde lütfen, "tamam senin yapamamana sebebim ama ben de yapmadım." demeyin bana. bu hiç bir şeyi daha iyi yapmayacak çünkü.

şansıma;

sonraki blog' a tıklaya tıklaya bir sürü güzel blog keşfetmenin mutluluğunu yaşıyorum şu sıralarda.

balo sonrası notlar

bu yazı dilaraya yazdığım özet mesajı ve kaana yazdığım yakınmanın çok da ilerisinde olmayacak büyük ihtimalle, bir adım ileri giderim umuduyla yazıyorum.
her şey hayal etmekte bitiyormuş. ve bu gece hayal ettiğimin çok dışında gelişti. işte bu yüzden belki de çok güzel olduğu halde gerektiği tadı vermiyor. "ağzımda hep tadı var, üzüm gibi paslı bitince geçmez."
ve aylardır sabrediyordum, haklı olduğumu görmek için. bunun için fazla bedel ödemiş çok fazla şey kaybetmiştim sonunda duymam gerekeni duydum. "ve bazen gerektiği kadar değer vermiyorum insanlara."
bir de bir dans... belki sadece söz verdiğimiz için gerçekleşen o dans. "hiç" kelimesini aradan kaldıran ama sadece bununla yetinen dans. benim korkularım mı yoksa senin doğru seçimlerin miydi onu bitiren? ve biliyoruz ki hiç bir anlamı yok bunları konuşmanın. ama' larım ve belki' lerim o kadar çok çoğaldılar ki, kuracağım tek bir cümlede binlerce ama yazabilirim ve başka bir ama tutuyor şimdi kolumdan.
ve o veda. bütün gecedir o hayali görmemişken üç gündür onu merak ediyorken üç gündür kaan' ı merak ediyorken yapılan o veda. tam olarak hatırlayamadığım o cümlede şimdi içimi kemiren bir şeyler var. ve hayır kaan' a aşık olduğum falan yok. "belki" de o yüzden bu kadar önemli olanlar. ve evet kaan' la baloda tek bir dans bile yoktu.
ve bütün bunlara rağmen dans ettim. bu "vuuu" kızlarının danslarından mıydı emin değilim. sadece, evet uzun zaman sonra eğlendim. uzun zaman sonra gerçekten güzel hissettim. belki kimse görmedi fark etmedi ama ben fark ettim. ve buna ihtiyacım vardı. gerçekleşmeyen o hayallere ihtiyacım olduğu gibi.

28 Haziran 2010

belirsizlik

telefonun mesajları silmeye eskilerden değil de yenilerden başlaması canımı yakıyor nedense.
bugün tam olarak birilerine yakınacak ruh halinde olduğumu fark ediyorum ama bana yakınılması öfkemi kontrol etmemi engelliyor. aslında tek sorun eylülde nerede olacağımı bilememem. çünkü nerde olursam mutlu olurum bilmiyorum. bu; alışmak, tanımak sonucu mutlu olmak değil zaten o mutluluk da değil sadece alışmak, bu gerçekten bir yerde bulunacağın için mutlu olmakla ilgili.
kararlar almaya, içimde sakladıklarımı sahiplerine söylemeye ihtiyacım var. ama son zamanlarda bunu yapınca karşılığında duyduklarım sevimli şeyler değildi.
şimdi kalacak mıyım gidecek miyim bilmiyorum ya, sonlar yazıyorum kafamda belki de asla gerçekleşmeyecek sonlar.
















tatil başladı ve ben ilk günü temizlik yaparak geçirdim.

temizlikten kastım elime geçen kağıtları sağa sola fırlatmaktı. aslında direk torbaya doldurabilir böylece belimin ağrımasını engelleyebilirdim ama yine de bunu yapmak rahatlatıcıydı.

sonra an education' u izledim. esas kızın yaptığı aptallıkların aynısını ben de yapardım dedim kendime. düşünsenize biri geliyor ve siz hayatınızı üzerine koyduğunuz her şeyi bir anda elinizin tersiyle itiyorsunuz?

bütün bunlardan sonraysa elbisemi, on santimlik ayakkabılarımı giyip evde bir kaç tur attım. ve yarın baloda bugüne kadar sürdürdüğüm bütün kavgalara ara verme kararı aldım. çünkü tam da yarın ara verirsem belki yeniden başlamam. belki üzerimdeki o kocaman yüklerden bir kısmını atmış olurum.

geri dönüş

aylar sonra sessiz sedasız döndüm.
"biraz daha büyümüş ama hala tam değil."
evet kendimle ilgili fikrimi sorsanız diyebileceğim tek şey bu.
belki çok daha fazlasını söyleyebilirim, arada anlatmadığım ama yaşanmış pek çok şey var. peki tam da şimdi, hakikaten artık her şeyi arkada bırakabilecekken geçmişe dönmek saçma değil mi? ya da tüm defterleri kapatmadan geleceğe dönemem deyip iyice eşelemeli mi geçmişi? her ikisinin de sağlıksız tarafları olduğunu gördükten sonra olduğun ana çakılıp kalıyorsun. işte tam da şu an olduğu gibi. önüme bakmak içinse o lanet sınavın sonucu görmem gerektiğini fark ediyorum. onu beklerken oyalanacak bir şey bulamazsam delirebilirim. ne olacak böyle bilmiyorum ve aylar sonra nefes alır gibi yazıyorum...