16 Kasım 2009
sevdim seni bir şekilde
8 Kasım 2009
31 Ekim 2009
duygusal mod: on
ve iki isim geliyor aklıma, iki kişi dışında kimsenin haketmeyeceği kadar açığım halen. biri, yanımda olmasını çok istesem de benden uzakta artık.
diğeri hayatımın kadını.
hayat öyle enteresan bir şey ki hep benimle olun diyemem yine de insan bulduysa bırakmamalı, ben hep sizinleyim.
onlardan birine, hayatımın kadınına, dilaraya.
8 Ekim 2009
hastalık mevsimi
2 Ekim 2009
öss öğrencisi bir genç kızın gizli defteri tadında yazılar 1
17 Eylül 2009
ben bana kavuşunca
11 Eylül 2009
günler günleri kovalarken; (2)
8 Eylül 2009
anneeee
yiyin yemeğinizi." diye bir cümle kurdum. içimde bir yerlerde annemden bir tane var ve arada bir kafasını çıkarıyor galiba. kötü, çok kötü.
6 Eylül 2009
günler günleri kovalarken;

4 Eylül 2009
hem hafif hem ağır
3 Eylül 2009
ben bugün;
29 Ağustos 2009
içimizi dolduranları boşaltmalı!-4
25 Ağustos 2009
yeni başlangıçlar
23 Ağustos 2009
denge bozuklukları
21 Ağustos 2009
tatilin yol açtığı saçma sapan durumlar
rüya yorumu yapabilen?
19 Ağustos 2009
nası bi ses tonun var??!
Beni gören seni bana diler
Belki de kapına dayandı çoktan yeniler
Bir rüzgar esince saçların
Dalga dalga dalgalanır ya
Görülenden derin yamaçların
Sonra sonra algılanır ya
Ne kadar güzel büyülü bir kokun var
Sen görmeden bir yel eser senden
Nasıl bir ses tonun var
Ne söylesen masal gelir La Fontaine'den.
15 Ağustos 2009
okumalı, okutmalı
bilenler hatırlasın, bilmeyenler fikir sahibi olsun diye;
"küçük çocukların akıllısa da kafası çalışmayanı da aptaldır işte. aptalca şeyler yaparlar. akıllarından geçenleri pat diye söyleyiverirler. düşünmedikleri bir şeyi söylemeyi öğrenmemişlerdir henüz. bunu daha sonra, yetişkinliğe geçip, yalnız olduklarını anladıkları zaman öğrenirler."
"bana bir taş gerekiyordu. tutunacak, ayakta duracak bir şey. katı, somut bir şey. çünkü her şey yumuşamaya yüz tutuyor, pelteleşiyor, bir bataklığın içinde sislere gömülüyordu. sis dört bir yandan çörekleniyordu."
"artık hiç bir şey o kadar önemli görünmüyordu. asıl önemli olan, acıdan uzak durmak gibi geliyordu."
"bazı konularda doğru söylemek yerine yalan kıvırmak çok daha kolaydı."
14 Ağustos 2009
bir tespit daha
13 Ağustos 2009
bir batıp bir çıkıyorum ihtimaller denizinde

11 Ağustos 2009
lambayı yakma, bırak
10 Ağustos 2009
tatilde televizyon izlemek

8 Ağustos 2009
6 Ağustos 2009
6 Ağustos 1945

kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.

teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
5 Ağustos 2009
kararlar
30 Temmuz 2009
yeni bir heyecan
28 Temmuz 2009
görmek'e dair...
bir vagon ve bir kitap

26 Temmuz 2009
belgelenmemiş bir mutluluk
evim güzel evim!
18 Temmuz 2009
zaman kaybı yaşamak?!
mesafeler yoruyor derdim. bunu bu kadar durağan bir dönemde hiç yaşamamıştım. ve bu yüzden de normalden de fazla acıtıyor mesafeler, uzak kalınmış zamanın giderek artmasıyla üzerimdeki ağırlık da artıyor. ankara burnumda tütüyor.
hasan ali toptaşa hayranım, cümlelerimin ona benzemesi cezbediyor ama bir yandan da yanlış tabi.
off çok sıkıldım!!!
29 Haziran 2009
kısacık bir mola
25 Haziran 2009
geride kalmak
22 Haziran 2009
tespit
Görmek
.bmp)
Üzerine yazmaktan vazgeçilmeyecek mekanlar hep olacaktır sanırım. Malzemeleri asla bitmeyen... Bitmeyecek olan... Sınırlı sonsuzlukların en sınırsızı olan mekanlar. AŞTİ bunlardan sadece birisi. İnsanların yüzlerine bakıp onları incelemek ve anlamaya çalışmak vazgeçilmezse eğer, daha doğru bir yer olamaz. Ufak bir boş bulunmaya, bir yorgunluk belirtisine çeşit çeşit anlamlar yüklemek, onlara hiç bir zaman yazılmayacak hikayeler düşlemek... Tarif edilemez bir keyifle gülümsemeye sebep oluyor. Bir yandan da buruk olan bir gülümsemeye. Çünkü bir kez bile olsa yandıysa insanın canı, başkalarınınkinin nasıl acıdığını tahmin edebiliyorsun. Acıyı düşünmek, başkasının olsa da gelip dokunuyor hassas bir yerlere. Belki çok gereksiz bir davranış belki sadece acımaya yer aramakla ilgili.
İnsanlar gidiyor akın akın, gelenler kadar. Bu kadar çok gidip gelişimiz hiç bir yeri yer yurt edinemeyişimizle mi ilgili? Hayatın bize yüklediklerini yaşamaktan başka yol bulamayıp sorumluluk yüzünden gitmek ve gelmek değil mi yoksa yaptığımız? Çok büyük keyifle gidilen bir yerden buruk dönmek doğru yerde olmadığımızı göstermez mi? Ya da sadece kan bağıyla bağlı olduğumuz ama aslında hiç tanımadığımız birinin sözüne gitmek sadece bir zorunluluk değil mi? Peki bunu bile bile gitmek ne kadar samimi kılıyor bizi? Evet farkındayım zaten çok az zaman gerçekten samimiyken bu cümleyi kurmak da büyük bir samimiyetsizlik. Ama elimden başka türlüsü gelmiyor. Kafamı bu ve bunun gibi onlarca soru dolduruyor. Sorgulayarak yaşamak insanı bir kat daha yoruyor. Yine de kendi yaşadıklarını sorgulayıp işin içinden çıkamamaktansa başka şeylere yönelmek hafifletiyor oluşan baskıyı.
Binlerce hikaye yaşanıyor. Ne kadar insan varsa o kadar hikaye. Düşününce aklın almayacağı kadar çok. Altında neler olduğunu düşünmeden boş boş bakıyoruz çoğu zaman gözlere. Buğulularını gördük mü 'kesin değmeyen bir şeye ağlıyor.' diyoruz, yaşadıklarımıza dayanarak. Yaşarken aynı şeyi yapmış olduğumuzu bir kenara itiyor ve bu yüzden küçük görüyoruz gördüklerimizi. İkiyüzlülük diye düşünüyor insan en başta, değil halbuki. Unutmazsak çıldırırdık çünkü. Unutmak en büyük ilaç. Zamana dayanan bu yüzden etkisini çok zor gösteren bir ilaç. Zaman bazı konularda çok hızlı bazılarında yavaş. Çelişkilere dayanıyor her şey. Bu yüzden belki de elimizi attığımız ne varsa karman çorman olması. Bu yüzden açmaya çalıştıkça iyice dolanması ve yine bu yüzden tam açtım derken küçük de olsa bir kördüğüme rastlamak. Sonunda onunla yaşamaya alışmak.
Babam ve Oğlum'da derdi kadın, zamanında aşık olduğu adama içi parçalanarak ve içimizi parçalayarak, alışılmaz mı ya alışılıyor diye. Ne varsa kanıksıyoruz. Ve bizden çok önce başlamış oyunu zorlukla kanaya kanaya öğreniyor, istesek de istemesek de kurullarına göre oynuyoruz. Bütüne kendi küçük hikayemizle kıyıdan köşeden dahil olmaya çalışıyoruz en açık ifadeyle...
18 Haziran 2009
aman yarabbi!!
15 Haziran 2009
kaçış
11 Haziran 2009
zamana bir süre mola
Boğazımda düğümlenir adın
Birazdan güneş batar
Martıların doymak bilmez çığlıkları
İçimde durmak bilmeyen açlık: sen çığlıkları
Kısa sürüyor günler sensiz
Tepede yeşil koruluk korunuyor insandan
Uzaktan kalbim gibi duruyor; korunuyor insandan
Uzaktan bakınca sanki yaşamak güzel
İçime sormam içime sormam, soramam
Yeniköyde evim
Eski köye yeni adet
Bir sevgilim var benim;
Düşlerimden ibaret
9 Haziran 2009
bu ne heyecan??
7 Haziran 2009
bir sahne var aklımda...
kötü olan her şeye rağmen en güzel şenliğim geride kaldı. ve düşününce sanatçıların etkisinin yanında benimle ilgili olan çok büyük değişimler var işin içinde. çünkü "o olmadan hiç bir şeyin tadı tuzu olmaz." denen durumun aslının olmadığını kesin olarak anladım.
yaza dair istediğim bir şey var yakın zamandan beri. kendi kendime ve çevremdekilere durmadan söyleyip duruyorum. ne kadar çok söylersem o kadar ciddi yapacağım bu işi sanırım. kafamda her ne varsa; belirsiz, çok kötü, çok iyi hepsini normal bir yere oturtmaya kararlıyım bu yaz. önümüzdeki yıl önemli ve çok yorucu çünkü. şimdiden halletmeliyim beni yoracak, ruhumun üzerine ağırlık yapacak olan bildiğim her ne varsa.
ve fark ediyorum, yaza hep çok fazla anlam yüklüyorum.
3 Haziran 2009
3 haziran 2009
arkada haziranda ölmek zor çalarak başlayan ve öyle süren bir gün. yağmura rağmen hep ertelenenlerin yapıldığı gün. yağmur yüzünden bir şeylerin ertelendiği gün. geçmişe bakanlar yüzünden geçmişe dönüp bakılan gün. kokoreçle tanışılan gün.
bir de saman sarısı...
bu sıralar şarkılar beni ilkinde değil de daha sonraki dinleyişlerimde etkiliyor. uçurtmalarda da öyle oldu. kendimi bulmaya yer mi arıyordum bilmiyorum ama evet bu şarkıda buldum.
bir de özlem kırmızısı...
konur'un hali yüreklerimizi ağzımıza getirir durumda. bize kalmış yerlerin savaşı... nereye varacak, nelere gebe? düşündürüyor.
demek ki göçtü usta...
Nazım'ı düşünüyorum. ciddi anlamda aşığım kendisine. filmlerde vardır ya, arada bir gelen ama gelmesi yeten aşıklar, aynen onlardan. tüm eserlerine elimi attığım zamanlarda benliğimi dolduruyor.
kaldı yürek sızısı...
haziranda ölmek zor...
uçurtmalar
en sevdiği kelime "asi"
en sevdiği oyun incitmek beni
hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
zamanı, yaralarla ölçen kadın
geçmişiyle kavgalı
gündüz isyankar
geceleri tanrı’ya sığınan kız çocuğu
kırdığı kalpleri dizmiş ipe
gene en büyük zararı kendine
en sevdiği ses, çocuk sesi
güneşli, billur, neşeli/ oysa, yıllar var ki kendi
anne olmayı istememiş
çekip gidebilmek için bir gün
geride ekmek kırıntıları bırakarak
kuşlar yesin diye ayak izlerini
kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası
sevişirken taşkın bir nehir
öpüşürken kor bir alev
uykusunda melek gibi masum
bakmaya kıyamadığım
kaç gece göğsünde uyuduğum
ama beraber uyanamadığım kadın
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
her hasretten sonra
başka başka sevdaların kollarında
yemin etmişken bir daha konuşmamaya
gene bulup birbirimizi
sabahı olmayan gecelerde
aldatma pahasına sevdiklerimizi
ağlayarak seviştiğim kadın
senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
elif şafak
2 Haziran 2009
bir dönemi daha kapatırken
-artık okula bu kadar erken gelmemize gerek olmayacak.
-uzun bir süre şu gömleği bir daha giymeyeceğim.
-durmaksızın kitap okuyabileceğim.(en sevdiğim.)
hararet
yeni bir başlangıçtı ihtiyacımız olan. yeni bir soluk. ölümle geldi. ölüm eksiltemediği kadar çok şey bindirdi üzerimize. birden her şey daha farklı gelmeye başladı. nereye baksak ölümün o acı kokan rengini gördük.
kapıları kapattık, kendimizi bir köşeye çektik. hıçkırıkların sesi kapıya rağmen çınladı içimizde. belki de tek istediğimiz ölümün yüzüne kapıyı kapatabilmekti. er geç gelecek ve hiç gitmeyecek misafiri mümkün olduğunca sonra görmek istedik.
kaçamadık, içine düştüğümüz girdaptan kaçamadık. hep küçük ölümler yaşadık. en büyüğüne doğru adım adım yaklaştık.
yakışmadı geride kalanlara. kimsesizlik ve çokluk hissi bir arada bulunmamalıydı.
27 Mayıs 2009
deneysel bir çaba! 1
-öncelikli olarak bir grup insana şu soruyu yönelttim:
her gün 7 km\saat hızla 30-40 dakika yürüyüp üzerine de 5-10 dakika hoplayıp zıplayarak haftada kaç kilo verilir?
(sorumun altına kişilerin cevaplarının bir araştırmada kullanılacağını da ekledim.)
bu soruyu sormaktaki amacım, kilo aldım diye kafayı yiyen birinin çaresizliğini bireylere hissettirmek ve yönelttiğim soruyla ilgili bilgilerini saptamaktı. soruyu sorduğum 7 kişiden 4 cevap vermezken kalanlardan şu cevapları aldım;
1- yanında diyette yapmak lazım yoksa bir sikime yaramaz.
2- 1 ya da 2 verirsin herhalde.
3- 2 verirsin.
(soruyu cevaplayanların isimlerini doğabilecek rahatsızlıklar için dile getirmiyorum.)
-bu soru cevap trafiği arasında bir yandan da 7.2 km\saat hızla başlayan ve 8 km\saatle sona eren 40 dakikalık bir yürüyüş yapmaktaydım. bantla yürümenin verdiği
"yürüyorum yürüyorum ilerleyemiyorum!!" ve "saniyeleri teker teker sayıyorum lan!" durumlarını dibine kadar yaşadım.
çalışmanın ikinci (-) ile belirttiğim kısmı tam bir hafta boyunca devam edecek. haftanın sonunda ise gelmiş olanlar cevaplar ve verileri karşılaştıracağız.
birinci bölüm ve ilk gün böylece tamamlanmış oldu. ilerleyen adımlarda tekrar görüşmek üzere...
gündüz yarasaları
neyiz ki biz?
ilk ışınları görününce güneşin,
kaparız tepenin gözkapaklarını--
çam değiliz ki, kollarımız açık
ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
tanımayız alacakaranlığı delen,
tepelerin arasından seçen bakışı.--
kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.
ii.
geceyi düşleriz gündüzken,
geceyken de gündüzü--
yitirebileceklerimiz yitiktir
onlardan uzaktayken -- ama
özleriz, döneriz yeniden
yitirmeden
yitirebileceklerimizi
yitiremediklerimize.
yitirebilirdik, deriz;
ama yalnızca bir fiil çekimi bu--
tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
gündüz yarasalarıyız biz.
iii.
sağlamdır düşünce temellerimiz,
ama altlarında kist vardır, sonra kum--
dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
taştan duvarlarımızla, dimdik
ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
kaydırır temellerimizi hemen.
duyarız yerçekimini hemen,
titreriz. sımsıkı, gergin
bağlar vardır
düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
ya temelsizse temeli
bütün bu bağları
bağlayan
bağın?
bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
gündüz yarasalarıyız biz.
iv.
yapacaklarımız vardır kocaman,
kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
tutmadığımız bir eldedir aklımız,
bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen--
nedir ki acelemiz, niyedir ki?
camın boşluğunu arayan kocaman
pervaneler gibi, kanat çırpan
ışığa ulaşmak için
çırpınan, camı kıracakmış gibi--
düşmanımızdır oysa ışık bizim,
kanatlarımızı yakan, kavuran--
aradığımız --ışıkta-- nedir ki?
ışıktan gelir ölümümüz.
gündüz yarasalarıyız biz.
v.
hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,
ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi--
nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,
nasıl da rahat. iç sızlaması nedir bilmeyiz;
başedilemez gerçeklerimiz hazırdır çünkü hep--
kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,
sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
övünürüz delik deşik, bölük pörçük
yeşilliğimizle -- yenmiş bitmiştir oysa
büyüme noktalarımız, su çekmez artık
kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
taç yapraklarımız artık.
nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
gündüz yarasalarıyız biz.
vi.
bir görsek andığımız yüzü,
tanır mıyız? --tanır mıyız
sevdiğimizi, bilir miyiz neydi--
sevdik mi, seviyor muyuz?
yürüyüşü, saçının dökülüşü--
anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
gündüz yarasalarıyız biz.
vii.
koy başını omuzuma yine.
aldırma, söylenmeden kalsın
düşünülmedikler, bilinmedikler -- bırak
unutulsun geridekiler, özlensin ileridekiler -- bırak
yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
gel -- uyuyalım güneş görününce,
aşınca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.
uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,
dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
ama şimdi -- sanki sevdalı gibiyiz şimdi,
sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri--
şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,
şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle--
aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.
oruç aruoba
**ekşi sözlükten alınmıştır.
tamamen yerleşmiş hissettikten sonra ikinci bir giriş
25 Mayıs 2009
uyanır gece yarısı...
sınava kadar beni terk etmemelerini umduğum binlerce isim. aslında gerçekten elime yüzüme bulaştırmadan öğrenmiş olmayı ve bunu yarına kadar korumayı diliyorum desem daha doğru olacak.
kalbim zaman zaman fazla hızlı çarpıyor.
öyle zamanlarda genelde gözlerimi kapatmış ve bir yerlere dayanmış oluyorum. savunmasız bir durumda bulunuyorum. çarpıntıların bir sebebi bu olamaz mı?
bir diğeri de kendimi dinlemek için nadir olarak zaman bulabilmem olmalı...
21 Mayıs 2009
umutlu umutsuzluklar
akıp gidiyor.
şarkıların etkisini bir kez daha görüyorum ağlamalarıma bakıp.
şarkılar...
ederlezi, dinlendiği vakit en içte yankılanır her zaman.
deli bir rüzgar eser birden.
yağmur bütün şiddetiyle döver sizi.
gözyaşlarına en güzel yoldaşlardandır.
başı dik bir ağıttır. en kötü günde bile kafasını kaldırır ya umut bir şekilde. yarattığı bütün burukluğa rağmen, daha doğrusu yoldaş olduğu kötü giden her şeye rağmen vazgeçme! diye fısıldar.
vazgeçmemek gerek.
bu sıralar herkes kırılmalar yaşıyor farkındayım.
biz vazgeçmek istesek de olmuyor, yapamıyoruz.
bu yüzden vazgeçmemek gerek.
buruk bir gülümseyişle, ederlezi birlikteliyle yazılmış bir yazıdır. ve tüm hakları içimdeki boşluğa aittir.
19 Mayıs 2009
sıkıntı
tören için erken kalktığımız bir gün.
şimdi protokolun özel bir gölgelik altında oturduğunu ve bizlerin güneşin altında saatler geçirdiğimizi ve protokolu uzun bir zaman beklediğimizi söyleyebilirim. yine de bunlar her yıl her yerde şöyle böyle tekrarlanan şeyler. sevsek de sevmesek de bir şekilde içindeyiz bu durumun.
eve gelişim beklenmedik kadar erken.
uykunun pençelerine düşüyorum biraz da bu yüzden.
telefonumun arkadaşımda kalması.
yarının tatil olması.
nedense telefonsuzluk beni fazlaca geriyor.
bir de çok daha önceden belli olan, yapılması gereken görüşmeler var.
ve şu an yazıyor olmak bile saçma geliyor bana.
çok boş geliyor.
kendime gelmeliyim.
12 Mayıs 2009
10 Mayıs 2009
bahar temizliği
"gereksizleri atıp, kalanları gruplayalım."
bütün bunları yaptıktan sonra yaptığımız onca şey onu hala kesmemiş olacak bu sefer bilgisayarlara el atmayı kafasına koydu. haklıydı çünkü çevremiz virüslerle çevrilmiş durumdaydı.
ilk adımda dizüstü bilgisayardaki dosyaları alıp, masaüstüne çıkardım. sonra hepsini gözden geçirip gereksizleri sildim. ama silmeden önce gözüme kestirdiğim dosyaların hepsine tek tek bakmak gibi bir eylemde bulundum. en sonunda silmediğim dosyaları d altında depolayacakken orada zaten bana ait kocaman bir dosya olduğunu ve içinde varlığını çoktan unuttuğum, artık orada durması anlamsız pek çok yazının, konuşmanın, fotoğrafın ve videonun olduğunu gördüm. bunları da gözden geçirmeden edemedim ve silmeden önce tüm yazıları tek tek okudum. bütün bir akşam, zaten sileceğimi bildiğim saçma sapan şeylere bakarak, okuyarak ve geçmişe dönüşler yapıp durmamla geçti. geçmişe yaptığım dönüşler bugünü tekrar tekrar sevmemi sağladı.
kendime hemen iki altta bir erken doğum günü yazısı yazmıştım. büyümek tabanlı bir yazı. pişmanlık geçiyor ve geçmeli demiştim. hakikaten öyle. pişmanlık gibi geçip giden pek çok duygu var... beni daha önceleri üzecek pek çok şeyin şu an sadece mantıksız gelmesine dayalı hisler yaşayıp durdum bu akşam.
sonuç: insan değişiyor. bahar temizlik gerektiriyor. ve kendimizle yüzleşmeliyiz, geçmişte takılıp kalmış en ufak bir ipliğe bile bağlı kalmadığımızı görmemiz için.
teşekkürler baba!
29 Nisan 2009
geldiğimizde otlar yemyeşildi!...
yağmurun yedi yüzü'nde sevilmiş bir cümle. kendisi artık, kitabın yanında; bir ajandada, bir mektupta ve bir taşın üzerinde yazıyor. bugüne bir cümle ver deseler aklıma gelecek olan ilk sözcükler topluluğu bu ayrıca. bir de artık bir blogta da bulunuyor...
28 Nisan 2009
büyüdük aniden...
elverdiğince kendimce yaşıyorum. sınırları elimden geldiğince büyütmeye çalışıyorum. daha çok kendim oluyorum günden güne. bu tabiki güzel kılmalı zamanı.
sabırsızlıkla beklenen 28-29 nisan ikilisinin birincisi noktalanmışken ve gerçekten güzel bir gün geride kalmışken, düşünüyorum: bundan 1 ay önce her şey çok farklıydı, ters giden şeylerin çokluğunda bugüne saklanıyordu umutlar. doğum günü iyi olacak diyorduk birbirimize ipekle. çok iyi olacak... o günden bugüne hayatımda değişen ve çok hızlı gelişen her şeye rağmen evet 28 nisan çok güzeldi. 29'u da öyle olacak. ve anlıyorum ben çabaladıkça çok kötü olmayacak bugün iyi olanlar. sırf bu yüzden yarınlar da o kadar kötü görünmüyor gözüme.
bir de dönüp geride kalan yıla bakıyorum. her geçen yıl, o yıl içinde daha çok büyüdüğümü fark ediyorum. yanlışların tohumlarının, yanlışın açığa çıkmasından çok önce ekilebileceği gibi bedelinin de uzun süreler boyu ödenebileceğini görüyorum. yine de, canımın acıdığı anlarda pek çok kere keşke desem de, keşkelerden arınıyor hayatım gün geçtikçe. geçmiş bugüne gebe çünkü. bugün güzel...
(bu kendime bir gün önce yazdığım bir doğum günü yazısı. kötü zamanlarda dönüp okuma ihtiyacı doğuracak cinsten hem de.)
(son olarak keşkeler gittikçe azalmalı zaten, geçmişte yaşananlara verdiğimiz değerle ilintili çünkü. bugünü yaşamak için geçmişe çok fazla takılmamalı.)
27 Nisan 2009
korkarım...
20 Nisan 2009
kıskançlık
günler gelir geçer ve antibiyotikler
kimim ben? bugün ne günlerden?
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık
bu zayıflık anımda, bir aşkın komasında
kıskançlık aktığında durmaksızın damarlarımda
sen ilacımsın, susuz yuttuğum
bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan
günlerdir hastayım ve bu beni delirtiyor
sürekli uykuyla uyanıklık arasında
gidip gelip, gidip gelip, gidip gelip
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık
kıskançlık bu zayıflık anımda,
bir aşkın komasında
ve aktığında damarlarımda kıskançlık.
**bu ara teomana saran ve çevresini de etkileyen ipek'e selamlarla! :)
15 Nisan 2009
değişik ama güzel bir durum:
evet, yenilerine yer açmalı...
heyecan
13 Nisan 2009
önce ben onu öldürdüm
yok oluşuna doğru atmaya kandırdığım her adımında seviniyordum, gülüyordum içimden. o gülüşlerin, o sevinçlerin ne denli sinsi, kötücül sevinçler olduğunu yeni yeni sezebiliyorum. öldükten, tümüyle yok olduktan sonra... şimdi onu ararken... onsuz kaldığımı anlayınca.
...
hürriyet yaşar
10 Nisan 2009
gece yarısı mesajları
hava durumu: sağanak yağişli.
yol durumu: yaşadıklarınıza takılıp düşmeye elverişli.
günün sözü: hayat çok acımasız.
günün yemeği: tatlının dibine vurabilecek her şey.
günün manyaklığı: 1 mayısın tatil olma ihtimali.
günün vaadi: mangal partisi.
günün değişik ve magazinel olayı: terkedilmek.
kız ismi: yağmur, erkek ismi: selpak.
kıssadan hisse: kendinle dalga geçmek iyidir.
başka bir bültende görüşmek dileğiyle, esen kalın.
3 Nisan 2009
grip
1 Nisan 2009
Hoşgeldin bahar!
yine de nazım'dan süzülüp bizlere kadar gelmiş diziler için ve daha pek çok şey için kar fazlaca özlenecek tekrar görüşene kadar.
"Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara."
her şeye rağmen?
gözlerinde hüküm sürmüş olan buğulu hava yine orada, diye düşündü karşıdaki. ve cevapladı; "eninde sonunda içtiğimiz çaydı ve günü geldi bardakta çay kalmadı."
yaşlar akmaya başlamasın diye kendini sıkmaktayken, her şeye rağmen bu konuşmayı yapma kararı aldığında, düşündüğü "her şeyin" arasında, kötü olan şeylerin yeteri kadar olmadığını farketti. pişmanlık kalpten pompalanan kana karışıp vücuda dağıldı. insan vücuduna olan hayranlığı bir anda nefrete dönüştü.
yıllar önce olduğu gibi...
yıllar önce bir anda her şeyden, herkesten nefret etmeye başladığını hatırladı. karşısındakinin var olan her şeyi temizlenemeyecek bir biçimde kirletip giden olduğunu yüzüne çarptı, karşısında oturduğu kapının açılmasıyla içeriye dolan rüzgar.
sonra elinde kalmış olanlarla yeni bir duvar inşa etmeye çalışmasını, arada bir çatlayıp içeriye su alsa da bunu insanları imrendirecek kadar iyi başarışını hatırladı.
"ama elimizde kalan bir bira bardağıydı. yine de içini, içimizden geldiği gibi doldurmuşken neden buradayız?"
kapı bir kez daha açıldı ve rüzgar karşıda oturanın sırtına çarptı. beraberinde, beklediğini bulamayacağı gerçeğiyle. o, o buğulu gözlerde, kendisine yönelmiş; nefret, hırs, intikam alma ihtiyacı gibi hisler göreceğini düşünerek istemişti bu görüşmeyi. biraz zorlarsan tekrar sevgiye dönüşebilecek bir şeyler istemişti ve kendisinden her zaman olduğu kadar emindi. istediğini alacaktı... bu sefer olmayacak düşüncesi beyninde sağa sola çarptı.
buradaydı; çünkü yalnız kalmıştı, çünkü o gözlerin kendisini hep bekleyeceğine inanmıştı. farketmese bile; orada kendimi tekrar bulur, bir süre dinlenir ve tekrar giderim, demişti kendisine.
"neden buradayız bilmiyorum."
halbuki ben nasıl da iyi biliyorum neden burda olduğumuzu, diye düşündü. karşıdakinin kendisini ararken nasıl hep hüsrana uğradığını tahmin edebiliyordu. farketti ki sadece bunu görmek için gelmişti buraya. zamanında geceler boyu ağlarken, onun hiç de umursamadan yeni bir şeyler yaşamaya başlayışının nasıl acıttığını düşündü.
kalktı. yalnızlığını paylaştığı emektar kabanını giydi. etkilemek, gücünü göstermek için; eli sıkıca kavrayıp, sahibinin gözlerinin içine bakarak sıkmalıydı diye söylenirdi. öyle yaptı.
kendisini rüzgara attı.
bir sigara yaktı.
ve gözyaşlarını sadece kendisi için, bir sınavı bir kez daha geride bıraktığı için akıttı.
21 Mart 2009
içimizi dolduranları boşaltmalı!
bir de şu var; gelişim piskolojisi üzerine yapılan çalışmalar sonucu, birey olmak yolundaki adımlardan birini bir şeyi alışkanlık haline getirdiğimizde atıyormuşuz. ben bunu duyunca; bir şeyleri alışkanlık haline getirmek de alışkanlık oluyor durumunu biraz daha anlar gibi oldum.
son olarak; gripin-rüzgar yıllardır bilgisayarda olan ve güzelliğini yeni farkettiğim bir şarkı.
19 Mart 2009
hayatımızda kendimizle ilgili ancak bizlerin seçemediği pek çok şey var. ve yakınırız bunlar hakkında pek çok zaman. ancak seçtiklerimizin de bizi nereye götüreceğini, nelere sebep nelere engel olacağını bilemiyoruz yaşamadan önce. geriye dönüp bakınca fark ediyoruz... geriye dönüp bakınca pişmanlıklar yaşıyoruz, geriye dönüp bakınca mutlu olduğumuzu düşündüğümüz bir çok anın aslında öyle olmadığını ya da öyle olanların çoğunun, ilerleyen zamanda nasıl kirlendiğini ve bir yerden sonra onları temizlemeye çalışmak için bile güç bulamadığımızı görüyoruz...
çok büyük umutlarla, çok büyük bir sevdayla, büyük inançlarla çıktığımız pek çok yoldan ayrılıyoruz yeri geliyor. pişmanlık duymuyoruz belki, en başta "ben" dediğimiz sonrasında "biz" dediklerimiz değişiyor, değişim bizleri bulunduğumuz yerde yetinememeye itiyor. ve kırgın, yorgun yeniden başlıyoruz yeni bir hayata... yeniden ve yeniden...
ve ben bunları okudukça, yaşadıkça korkuyorum... sanırım daha önce de bu tarz cümleler kurdum bu adres altında... ve belki defalarca daha kuracağım... işte bu yüzden bilmiyorum... hiç bir şey bilmiyorum...
5 Mart 2009
içimizi dolduranları boşaltmalı!
bu yaşananların bugün varolan ve o zamanı kötü kılan ayakları, yani geçmişten gelen gölgeler artık sadece kendimle dalga geçmemi sağlıyor. denir ya; "kendisiyle dalga geçebilmeli insan" diye... sorunumun düşüncesizliğin dibine vurmuş insanlar içinde çok ince olmak olduğunu inceden inceye hissettirse de bu durum, bir yandan da "artık o kadar da değil" diyorum sonuçta... kendimi kandırıyor olabilirim, her şey hiç beklemediğim bir anda tersine gidebilir yine de şu an harfleri bu yönde anlamlandırmak pek iyi geliyor...
bir de güzel yazılar okuyorum... bana yazılmış ve piksellerden geçip yüreğime dokunan... acemice tutunuyorum ve bu sefer farklı olacağı kafama biraz daha yatıyor. gözlerime yansıyanlar güzel sıfatının tanımı olarak kullanılabilecek kadar güzel...
yeni favorim sıcak şarap... aslında tam olarak sıcak şarap değil. ustasının elinden çıkan farklı bir lezzet. 'anadolu yollarında meyve bahçelerine girme sebebi'... hassaslığımın ve ondan kaynaklanan aşırı yorgunluğumun ilacı... bir o kadar da tuzu biberi gibi...
bir de uyumalıyım...
25 Şubat 2009
Hasretinden Prangalar Eskittim
iyi çocuklara, kahramanlara.
seni anlatabilmek seni,
namussuza, halden bilmeze,
kahpe yalana.
ard- arda kaç zemheri,
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
bir ben uyumadım,
kaç leylim bahar,
hasretinden prangalar eskittim.
saçlarına kan gülleri takayım,
bir o yana
bir bu yana...
seni bağırabilsem seni,
dipsiz kuyulara,
akan yıldıza,
bir kibrit çöpüne varana,
okyanusun en ıssız dalgasına
düşmüş bir kibrit çöpüne.
yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
yitirmiş öpücükleri,
payı yok, apansız inen akşamlardan,
bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
seni anlatabilsem seni...
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmed Arif
** güzel, pek güzel...
18 Şubat 2009
içimizi dolduranları boşaltmalı!
bağımlısı olunabilir dikkatli olmalı...
hele buz gibi ankara günlerinde koşar adım okula çıkıldıysa ve derse o anki kafayla girilemeyecekse vazgeçilmeyecekmiş gibi geliyor daha ikinci günden.
dostların fazlaca kötü olma tarihleri neden hep aynı güne geliyor? kendinize üzülürken ona daha çok üzülür oluyorsunuz. ve o ruh hali ona yardımcı olamadığınızı düşündürtüyor...
yine de kimi zaman bir bakış yetiyor... başını omzuna dayamak... böyle böyle sevmiyor muyuz zaten birbirimizi gerçek anlamda?
özlem zor... çok zor...
az kaldı... az kalıyor her saniye...
ama zor...
hele kendiniz soğuktan kaçmak için kabanı ilikleyip, şu şalı nasıl bağlasam derken insanlar beraber ısınıyor...
kıskançlık kötü...
gerçekten kötü...
bir yandan da iyi belki, kim bilir...
16 Şubat 2009
batmak, çıkmak, batmak, çıkmak, bat, çık, bat, çık, ...
karmaşık cümlelerime bakarak hala sıkılmadıysanız sanırım biraz daha açık olmanın zamanı geldi. "dibe ne hızla batarsa bir kişi o hızla yukarı çıkarmış." diye bir cümle var, fazlaca ben ama en çok kendi gibi olan candan birinden sık sık duyduğum. eğer çok hızlı batmazsan ve yeteri kadar dibe inemezsen çıkış yavaş hem de pek yavaş... boğulmasan bile büyük etkileri var...
ve benden "içinden ne geliyorsa yap, ne düşünüyorsan söyle." gibi bir cümle geliyor. her zaman değil ama kimi zaman çok işe yarıyor kendisi...
hayatımın gereksiz, sebepsiz ve anlamsız bir kişiyle yaptığım belki de en saçma sapan konuşmasını ve devamındaki zaman dilimini kurtardı yukarıda yazılanlar... çünkü ilk başta duyduklarım ne kadar ağır gelse de sonrasında "evet, her şey bu kadarmış. ve bu nedenle üzülmeye bile değmez." cümlesini kurdurdu bana.
ve gerçekler asla saklanmamalıymış. saklanmış gerçeklerle çarpışmanın acısını yaşayınca anladım bunu. işte bu yüzden, biliyorum ki bir şeyler öğrendim, benden kalmış en ufak birşey vardıysa artık "hiç anlam ifade etmeyen", onları parçaladım...
ve yine sırf bu yüzden biliyorum ki "mutlu olmayı hakediyorsun." cümlesini içten kuracak üç dosta sahibim.
14 Şubat 2009
Yalancı Dünya!
belki de onları avutmak üzere çocuklar için kurduğumuz 'yalancı dünya'nın çökmesinden korkuyoruzdur. evet, yanıtlarımız var! var da... onlar dile getirilince veya onlar daha dile getirilmeden, sorulara karşılık 'muktedirler' tarafından hep hazırda tutulan 'yanıtlar'dan ortalığın bulandığı bir 'yalancı dünya' daha var! bu 'yalancı dünya'da 'öteki' mutlaka 'teröristtir'; değilse bile 'yakını, yatakçısı, akrabasıdır'; yok edilmelidir; ölmüyorsa sürünmelidir; zaten 'medeniyet dışıdır', dünyada bir fazlalıktır!... onun için, bir çocuğu bile gözünü kırpmadan kurşun yağmuruna tutabilecek ve bunu gayet soğukkanlı bir kibirle karışık yalanlarla bulandıracak 'malzemesi' her an için mevcuttur.
..."
Aydın Afacan
Kül Öykü Gazetesi-Şubat 2009
10 Şubat 2009
Zaferler'im'iz
öfke...
suskunluk...
bencillik...
tepkisizlik...
unutmak...
canımız yandıkça kazandığımız hisler, öğrendiğimiz eylemler... sonrasında artık yandıkça değil "ya yanarsa" diye hep arkasına gizlendiklerimiz. en son evrede ise inadına ortaya koyduklarımız haline geliyorlar...
yıprandıkça öfkeleniyoruz, öfkelendikçe yıpratıyoruz, yıprattıkça yıpranıyoruz... bu durum öyle bir hale geliyor ki kim neyi ne için yaptığını bilmeden, sadece can yakıyor...
başkasını acıtmaya çalıştıkça kendine çarptığını göremiyor insan. kendi duvarlarına çarptıkça suskunluğa gömülüyor. bekliyor bunu birilerinin farketmesini, gözlerindeki hüznün anlaşılmasını ama nafile... korku, bakışlarımızı aynadaki aksimize sabitliyor... "ben" kelimesine öyle mahkum ediyoruz ki kendimizi 'ben'cilliğimizin boyutlarını farkedemiyoruz bile.
süreç işlemeye devam ediyor, ilaç olduğuna inandığımız zaman geçip gidiyor ve sırf içimiz yanmasın diye kendimizi uzaklaştırıyoruz; sevmekten, değer vermekten... gördüklerimize sadece bakmakla yetiniyor aslında onları hiç görmüyor ve tepkisizleşiyoruz.
ve devam ediyor zaman akmaya. her bir tuşa basmamız sırasında geçip gittiği gibi...
ve unutuyoruz yaşadıklarımızı; kötü günleri unutmak için iyileri de feda ediyoruz.
ve unutuyoruz öncesinde kim olduğumuzu... "sadece yaşıyor olmanın" bize neler kaybettirdiğini unutuyoruz... başlarda çok koyuyor unutuyor olmak... ve an geliyor bunu da unutuyoruz...
kendimizi korumak için kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz...
tebrikler elinizde büyük bir zafer var: bedeli çok ağır olan içi boş bir zafer. kendi içine sönecek olan...
1 Şubat 2009
Don Kişot
ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı.
Bilirim,
hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.
Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni bir temiz pataklayacaklar.
Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...
1947
Nazım Hikmet Ran
29 Ocak 2009
"ateşe giderken ne şahaneler"
bir dönemi kapatmak ve yenisine başlamak zordur onun için. zaman ve emek ister.
bu kişi eğer içinden dışa dönerse, kendine bakmayı sürdürürken bir yandan da başkalarına bakarsa utangaç gözlerle, görecektir baktığı gözlerdeki yaraları, umutları... sonra iyiden iyiye devam ederse bakmaya; bu sefer kimilerinin, kimileri dediğime bakmayın çok büyük bir bölümün, sadece yaşayabilmek için çabaladığını, yaralar aldığını görecektir. ve ne olursa olsun büyük balıklar tarafından yutuluşunu izleyecektir insanların.
"insan olmak..."
ve sırf yaşamayı bildiği için ve herkesin bunu hakettiğini tüm benliğiyle gördüğü için, insan olmak bunu gerektirdiği için daha iyi bir dünya hayaliyle kavrulmaya başlar... ve yaptıklarının nasıl sonuçlanacağını tam olarak bilmemesine rağmen ateş böcekleri gibi yanar yanar yanar... ölene kadar...
27 Ocak 2009
Tatil
her seferinde deneyimlesek de öyle olmadığını, tatili sorumluluklardan uzak günler topluluğu olarak görmekten vazgeçmiyoruz. hatta, kimi zaman, abartıp, kendi kabuğuna çekilmenin dertsizlikle dolu günler ve büyük bir iç huzur vereceğini hayal ediyoruz. mutluluk ve huzur denen kavramı o kadar büyütüyoruz ki; onu hep uzakta, gelecekte görüyoruz. bulamadıkça geçmişte kaçırılmış fırsatlara, yetişilememiş otobüslere bağlıyoruz eksikliğini. halbuki ne güzel demiş sunay akın;
"mutluluk sizi ileride bekleyen, çok büyük, zengin bir hazine değildir. mutluluk küçük küçük ayrıntıların bir araya gelmesiyle oluşur. yaşam böyle bir şey arkadaşlar. ama içinde bulunduğumuz sistem, hep insanların önüne; 'bir gün para çıkacak, bir gün iyi bir iş bulacağım.' gibi cümleler sürüyor. oooo hayır, şu anda gördüğünüz en küçük ayrıntı, bir güler yüz, yeni bir kitabın haberi ya da şu beton yığınları arasında gördüğünüz eski, güzel bir mimari, havanın güzel oluşu, .... bu küçük ayrıntıları bir arada arka arkaya yaşarsanız mutluluğu yakaladınız demektir. mutluluk çok yakınınızda olan bir şeydir. ileride olan bir şey değil, an be an yaşanılacak bir şeydir."* **
belki de mutluluğumuzun önündeki en büyük engel bizleriz. üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu...
* ada dergisi 26. sayı'dan
** bunu hiç yorulmadan mesaj olarak bizlere yollamaktan çekinmemiş fidan'ıma, bu yazıyı yazıyor olmamı sağladığı için teşekkürler.
14 Ocak 2009
Kanaviçe
Billur Akan Şentürk
Kül Öykü Gazetesi-Ocak 2009
11 Ocak 2009
Ölümü beklemek
işte böyle zamanlarda, yani onlara kızıp uzak kaldığımızda, geriye dönünce bazen haklı ama beklemediğimiz bir tepkiyle karşılaşırız. belki tamiri mümkün olmayan ya da en azından iyileşmesi için çokça zamana ve emeğe ihtiyaç duyulan. bir balık, bunu fanusun dibinde hiç kıpırtısız durarak gösteriyormuş. onu iyileştirmek daha zor bir insana göre. işte bu yüzden balığın sahibi korkuyla bakıyor ona. balığın o durumu kaldıramayacağından ve ölümü bir kez daha o fanusun içinde göreceğinden emin neredeyse. ve bu yüzden sessiz bir özür diliyor ondan, vedadan önce yazılırsa daha anlamlı olur diyerek.
"bir japon balığına "osman" diyecek kadar deli dolu bir kız, izliyor onu. bu kez bir şeyleri gerçekten iyi yapabilmek için hiç olmadığı kadar çabalayarak hem de."
10 Ocak 2009
güzel başlayan her şeyin gittikçe kötüleştiğini ve bir gün bittiğini, hayatının onca zamanında yaşadığından ve bunu pek çok kişiden daha duyduğundan ve en önemlisi okuduğundan beri ne yapacağını bilmez bir haldeydi. o zamana kadar yaşadıklarının hep tekrarlanacağına mı inandırmalıydı kendini yoksa hayatında güzel kalmış çok az şeyin belki de bitmeyip, onunla o nefes almayı sürdürdükçe yürüyeceğine mi inanmalıydı? ikinci seçenek güzel ve belki de sırf güzel olduğu için yani ona çok az kişi çok büyük zorluklarla sahip olduğu için inanılmaz geliyordu.
"masallara inanmaktan vazgeçtim." demişti. ama ne yazık! masallar ona inanmayı sürdürüyor ve peşini bırakmıyorlardı. çünkü dünyaya her an kırılmaya hazır olduğunu belli eden buğulu gözlerle bakıyordu. çünkü bir şeye üzüldü mü ellerinden başlayan bir titreme sarıyordu tüm vücudunu. çünkü ne kadar vazgeçse de birine bağlandı mı bunu hiç kopmayacakmış gibi yapmadan edemiyordu. zaten bunun için de pek çok yanıyordu canı. bunun için çok zor kapanıyordu yaraları.
insan için de bir son vardı elbet. adı ölüm olan. ve sevgi; sevilen gitsin diyelim, her şey bitsin hem de berbat bir şekilde mesela, umut tükensin ya da, devam ediyordu. ölüme kadar da devam edecekti belki de. işte o zaman yine bir tesadüf eseri kısa bir sohbette duydukları geldi aklına. sevgiyle yapılan şeyler kırıcı olmazdı. ve biten her şeye rağmen, geriye dönüp "evet iyiydi." diyebilmek ve o günleri, o günler gözüyle ve o zamanki sevgiyle değerlendirmek düşüncesi, biraz olsun sakinleştiriyordu onu...